
Kefen paketi kolumun altında, okula giderken kitaplarımı, klasörümü taşır gibi, yürüyorum... Belki de Babamın beni üniversiteye bırakıp giderken, O'nu uğurlarken gibi, Annem' den, Fikriye Annem'den ayrıldığım zaman ki gibi, öksüz bir tavırla, 'gözyaşım' sakın akma diyerek, yürüyorum... Tek bir farkla ! O zaman Onlar üzülmesin diye gözyaşı yasağı... Şimdi ise sadece yollarda ağlamak istemiyorum, yürüyorum...
Biraz önce girebildim yoğun bakıma yanına. Hayatım boyunca yaşam destek ünitesi görmek isteyeceğimi sanmıyorum. Yanına yaklaşıyor, elini tutuyorum, baba, babacığım ben geldim, ben... diyerek fısıldıyorum kulağına. Sesimi ve adımı söyleyince nabız ve nefes hızlanıyor, doktorlar koşuyor, 'hasta heyacanlandı' cümleleri telaşla çıkıyor ağızlardan.. Bir türlü elimi kavrayamayan ' o güçlü ' ellerini bırakıp, dışarı gönderiliyorum...
Doktorları bekliyorum, görüşüyorum, bir üstleri ile, bir başkası ile.... bir daha... farklı yüzler, neden hep aynı cümleyi tekrarlıyor... 'Hazırlıklı olun, yaşaması imkansız, beyin çok darbe almış...' Ben de hep, bünyesinin güçlü olduğunu ve daha önce atlatabildiği zor rahatsızlıkları aktarıyorum. Olamaz mı, düzelemez mi sorusuna, neden hiç kimse olumlu cevap vermiyor ki... Bu hep bilip, geldiğimiz hastane, bu kadar çaresizlik dolu mu idi? Bu yeni tanıştığım hissiyatı taşımakta zorlanıyorum, nefesimin sıkıştığını hissediyor, bir yandan da dışarıda bekleyen yakınlara ümid vermeye çalışıyorum.. Olmayan bir şeyi verebilmek insandan ne kadar uzak...Kardeşlerim ve kendisine kardeşten daha yakın dostlarını, dillerinde O'nu çepeçevre saran duaları, yüzlerinde ki mahsun ifade ile bırakıp, ayrılıyorum.
Yürüyorum ve dua ediyorum, yürüyorum... Bir yağmur başlıyor inceden...Islanıyorum, yürüyorum. Sonbahar yağmuruna Sivas'ın hep var olan rüzgarı eşlik ediyor, gazeller uçuşuyor ağaçlardan... Babamın ömür yaprağı gibi pek hafif bir ilintisi kalmış olmalı ki, savrulup gidiyor ötelere... Dua ediyorum, yürüyorum...
Arabadan inip, hazırlıklı olmanın cisimleşmiş hali adına kefenini aldıktan sonra, Kepçeli'den o meşum kazanın olduğu Hükumet Meydanı'na doğru uzanan kaldırımda, her bir karede farklı anılar canlanarak yürüyorum...
Şems-i Sivasi Hazretlerinin türbesini, Meydan Camii'yi geçiyor, dağılan cemaati izliyorum.. Ailece ziyaret edip, etrafında bulunan çarşıdan alış-verişimizi yaptıktan sonra gittiğimiz Merkez Lokantasına takılıyor gözlerim. Babamın artık hiç dolaşamayacağını, camii cemaatinden olamayacağını, artık hiçbir şey yiyemeceğini düşünüyorum. Lezetleri darma dağınık eden ölüm bu imiş demek...
Yürüyorum.. Bir yandan doktorun en son cümlesi tekrarlanıyor kulaklarımda.. 'Beyin ölümü gerçekleşmiş olabilir, cihazımız yok' Bilemiyorum hiç bir şey bilemiyorum, tek gördüğüm artık yeşil gözlerinin hiç açılmadığı, pembe yanaklarının da beyaz, mermerimsi bir hale büründüğü...
Önüme ilk çıkan markete giriyorum, hazırlıklı olmak adına... Hani kalabalıkta gerek olan birşeyler olursa diye, rastgele birşeyler dolduruyorum... O esnada bir ses duyuyorum 'baba' diye hitap eden... Bir daha hiç baba, babacığım diyemeceğimi düşünüyorum. Bu çok kötü geliyor, hala kötü... İlk zamanlar insanlar gidip, yalnız kalınca, kendi kendime söyleyebileceğimi düşünsem de, babacığım demenin artık hep içimde hapsolunacağını anlıyorum...
Yürüyorum... Babamla hayatımızda ilk ve son kaçamağımız olan dondurma salonu çıkıyor karşıma.. Baharın başlarındayız. Sivas için erken denebilecek bir zamanda, dondurma çıkmış. Ben çok ısrar ediyorum. Malum her çocuğun ortak nidası, ' ama babacığım ' kelimeleri ardı ardına. Babam da aynı şeyleri tekrarlıyor. Evladım rahatsızlanırsın, ateşin nükseder yine.. Kazanan ben oluyorum, Babam ilk defa, ' ama Annene söylemek yok ' diyor, ben Babamın şartına şaşırarak giriyorum salona. Kocaman birer kase dondurma yiyoruz baba -kız. Beklenen olmuyor, ne hastalığım nüksediyor, ne de Annem başımda telef oluyor. Hoş bir anı kaldığını düşünüyorum hep ama, şimdi baktığımda sadece acı görebiliyorum...
Yürüyorum.... Elimdeki kefen paketi iyice ağırlaşarak, ümidsiz bir boyun eğişle adımlıyorum kaldırımları... Telefonu çaldırdığımda açacağını düşündüğüm gibi, her köşe başından çıkabileceği gibi bir hisse kapılıyorum. Bilmem kaçıncı kez bizi getirdiği, bayram alanında, tıpkı geçitte, yan gözle babamı arayıp, hafifçe tebessüm ettiğimiz gibi kalabalıklar arasında O'nu bulmak, eve birlikte dönmek ve bütün bunların sadece bir kötü rüya olmasını istiyorum. Arıyorum, anılara ve hayallere karışıyorum..
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Kucaklamış Bir Ahmed'i Ahmedim..
http://akcahan.blogspot.com/search?q=kar+yaz%C4%B1s%C4%B1-3