Dört yaşındaki bir çocuk sabah kalkıp evden çıkana kadar geçen 45 dakika içinde (bir saat değil) anne ve babasının tüm enerjisini alır mı? Alıyor valla, hem de öyle bir alıyor ki.
Sabah kalktım, yatağının başında uyanmasını bekledim. Kendiliğinden uyansında huysuz olmasın diye. Uyandı. Öpüp kokladım, ensesi sıcacık ve mis gibi (ekşi ekşi ama ben bayılıyorum o kokuya). ‘Günaydın’ dedim, ‘Canım benim, bi tanem’ dedim. ‘Çabucak bişey seyretmek istiyorum ‘dedi. Gözlerini açar açmaz aklına ilk gelen şey televizyon. Oysaki sabahları televizyonun açılması yasak. Ancak akşam yemekten sonra yatana kadar, yani 1 saat televizyon izleme izni var. Her sabah bunu hatırlatmamız gerekiyor o ayrı. ‘Şimdi kalk, ben hazırlanana kadar biraz oyuncaklarınla oyna’ ikna süresi 10 dakika. Neyse ikna olup, kalkıp legoların başına gidiyor. Sabah kriz sebeplerinden biri atlatıldı.
Oooo saat 8,30 olmuş hemen hazırlanıp çıkmamız lazım. Yoksa o kahvaltıya, ben işe geç kalacağız (haftanın en az 3 günü olduğu gibi). ‘Hadi’ diyorum ‘babayla ne giyeceğini seçin’. Ben de hazırlanmak için gidiyorum odama. Ama daha 5 dakika geçmeden, ağlayan bir çocuk ve sakin olmaya çalışan bir babanın sesleri geliyor içeriden. Evet günün en büyük krizlerinden biri yaşanıyor. Anlamıyorum daha dört yaşındasın nasıl olur da okula giderken giyeceğin pantalon, eşofman veya t-shirt bu kadar seçilemez ve büyük bir problem haline gelir.
Daha bitmedi. Kapıdan çıkmalıyız artık. Ama yok, neymiş efendim tatlı bir şey istiyormuş canı. Uzamasın olay diye bir tane lokum veriyorum. Ağzına atar atmaz yerde tepinmesi bir oluyor. Ağlayarak bir şeyler diyor, anlamıyorum. Sakin sakin ne istediğini ve ağlamadan söylemesini istiyorum. Bir tane yetmezmiş, tatlı bir şeyler istiyormuş. Açıklamaya çalışıyorum, ‘okulda kahvaltı edeceksin, reçel yersin, şimdi daha fazla bir şey yersen iştahın kapanır, hem aç karnına tatlı yersen karnın ağrır’ diye. Yok, artık kopma noktası, ağlama krizi son safhada. Aklına dün akşam gördüğü şekerleri takmış küçük bey, ondan istiyor. İkna çabaları boşuna. Sinir krizinin eşiğinde bir anne, kafasını duvarlara vurmaya hazır bir baba. Sonuç büyük bir hata, ağlayan çocuğa istediği verilir.
Arabada giderken (biraz sinirli, hadi epey bi sinirli) neden böyle şey yaşadığımızı, her sabah neden ağlayarak ve bağır cağır evde çıktığımızı soruyorum. Arkadan ses yok. Eline aldığı dört şekerden bir tanesini yiyor. Okula geldiğimizde ‘anneee, bu şekerleri akşam yiyeceğim’ diyor. Elinde tuttuğu üç şekeri bana veriyor, bir yere koymam için. Okulun kapısındaki manzara, gözü yaşlı iki tip birbirlerine sarılıyor. Öpüyor, sarılıyor, ayrılamıyor. Kapıdan dönüp bir daha sarılıyor ‘Anne, seni çok özleyeceğim.’ diyor. ‘Tamam, ben de seni, hadi çok geç kaldım işe’, ‘tamam, ama çok hızlı gitme, şekerlerim düşmesin’...
Sabah yaşananların bedeli 40 dakika işe geç kalmak ve hala sakinleşmeye çalışmak.
İşte sabahları boyundan büyük krizleri yaşatan küçük şey.
Ohhh, herhalde şimdiye kadar bu kadar uzun bir post yazmamıştım. Ne yapayım biraz sakinleşmeye ve içimi dökmeye ihtiyacım vardı. İyi de geldi. Ama hala nerede hata yaptığımı bilmiyorum. Çocuk yetiştirmek, büyütmek ne zor. Özellikle de sinirlerine hakim olarak bunu yapmaya çalışmak.