02 Haziran 2011

Çamlıhemşin'de yeni bir mekan: Çaynig

Yolunuz Çamlıhemşin'e düşerse Uğur Binyol dostu ziyaret edin, bir çayını için, selamımı iletin ne olur:


5 Haziran Pazar günü Buğday Derneği yararına...

Aşağıdaki duyuru Buğday Derneği'nden geldi. Olduğu gibi paylaşıyorum ama satış değil alış için de orada olabileceğinizi belirtiyorum. Buğday Derneği bugüne kadar pek çok önemli projeye imza attı. Bugün artık sevgili Victor aramızda yok ancak dernek onunla olduğu gibi çalışmalarını sürdürüyor:

5 Haziran Pazar saat 11:00-16:00 arası, artık giy(e)mediğimiz EN GÜZEL kıyafetlerimizi Galata Şifahanesi'ne getiriyoruz. Her kıyafetin bedelini, sizlerle beraber belirleyeceğiz. Satılan kıyafetlerin bedeli Buğday Derneği'ne bağışlanacak. Kalan kıyafetlerse istenirse sahiplerine iade edilecek, istenmezse yardım derneklerine bağışlanacak.

ÖNEMLİ NOT: Bu etkinliğin esas amacı, benzer düşüncedeki kişileri bir araya getirmek olduğundan, kargoyla gönderim kabul edemiyoruz. Lütfen çok sayıda değil, en güzel kıyafetlerinizi getirin. Diğer giymediğiniz kıyafetlerinizi, bu konuda çalışmakta olan diğer derneklere bağışlayabilirsiniz.

Buğday Derneği olarak topluluğun gücüne inanıyoruz. Bu etkinliğin amacı artık kullanmadığımız kıyafetleri değerlendirmek, yaşamımızı ve gardrobumuzu sadeleştirmenin yanı sıra, tüketim yerine takası desteklemek, sizlerle tanışmak, kaynaşmak, eğer tanışıyorsak yeniden bir araya gelmek ve Buğday Derneği'nin ekolojik yaşamı destekleyen çalışmalarına kaynak yaratmak.

Tüm giysilerin gelmeden önce yıkanıp ütülenmiş olması gerekiyor.

Galata Şifahanesi:

Büyük Hendek Cad. No:21 Kat 2 Kuledibi / Taksim - Istanbul

LCV (Lütfen Cevap Veriniz): Önceden hazırlık yapabilmemiz için, katılma durumunuz kesinse bize haber vermenizi rica ediyoruz: Selma Yılmaz, 0212 252 52 55 veya selma@bugday.org

Pazar günü görüşmek dileğiyle,

Buğday Ailesi

Not: Dileyenler çıkışta, çok yakındaki Galata Şenliği'ne gidebilir: http://www.galatagazete.com/o/index.php/sanat/2275-22-galata-enl.html

30 Mayıs 2011

Sade

Saat 8:28. Sessiz bir pazartesi sabahı. Haftanın ilk günü. Çoğu kişiye göre tabii. Benim için günlerin, gecelerin pek önemi yok. Günlerden ne olursa olsun çalışmak zorundayım. Tatil günü-
iş günü diye bir ayrım yok hayatımda. Kuşlar cıvıldıyor. Arada insan sesleri duyuyorum. Bazen sokaktan bir araba geçiyor. Bir de simitçi. "Simitçeeee... Taze simiit vaaaar" diye bağırıyor. Bu hangisi acaba? Her üstü sende kalsın deyişimde abla helal et diyen utangaç gülümseyişli çocuk mu? Annem uyuyor. Ben her sabah 7:26'da açıyorum gözlerimi bugünlerde. Neden bilmem. İki gündür uyandığımda saatin 7:26 olduğunu bildiğim için dönüyorum öte tarafa. Her gün aynı saatte uyanma fikrinden hoşlanmıyorum galiba. Biraz oyalanıyorum. Düşünceler akıp gidiyor zihnimden. Aynı zaman gibi. Hızla. Birazdan kahvaltı hazırlayacağım. Sonra işe dönme zamanı. Yazılacak yazılar var. Bugünlerde hep sade yiyecekler hazırlıyorum. Hazırlaması mı yoksa düşünmesi mi zaman almasın, uğraştırmasın diye henüz karar veremedim. Fotoğrafta gördüğünüz gibi şeyler yiyorum. Haşlanmış tam buğday ve taze kelle soğanla (bu mevsim soğanı çok seviyorum, sulu olduğu için ateşe koyunca hemencecik eriyiveriyor) pişirilmiş bezelye. İkisini karıştırıp koca kaseme koyuyor, kaşıklıyorum. Ya da quinoa ve iç bakla. Veya haşlanmış enginarlı salata. Yahut birlikte pişirilmiş, neredeyse yağsız esmer makarna ve brokoli. Öyle bir zaman işte. Hızla akıp giden hayatımızda, belki sonradan anımsayamayacağımız -bir anlamda sıradan- zaman dilimlerinden sadece biri.

29 Mayıs 2011

Hala bekletiliyorlar, Ankara girişinde

Ne zormuş Ankara'ya girmek!
Onlar hala Ankara'nın çeperlerinde bekliyorlar.
Bekletiliyorlar diyelim.
Çünkü politikacılarımız da, polisimiz de, başımızda her kim varsa,
ödleri kopuyor o bir avuç insandan. İzin vermiyorlar!
O bir avuç insan ise Anadolu'yu vermeyeceğiz diyor ve talanı durdurana kadar
burada bekleyeceğiz. 4-5 Haziran günlerinde etkinlik var,
herkesi bekliyorlar:
http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalDetayV3&Date=&ArticleID=1050963&CategoryID=85

25 Mayıs 2011

İçime sinmedi

Pazardaki tazecik, körpecik fasulyelerden, salatalıklardan, kabaklardan bahsedecektim. Yılın ilk tarla ürünleriydi onlar. Yumuşacıklardı, su gibilerdi. Hemencecik pişiveriyorlardı. Ama içime sinmedi. Onlar, Anadolu'nun güzel yürekli insanları aç bilaç bekletilirken yollarda, kendilerine gönderilen tuvaletleri bile kullanamazken, yüzlerce polisin ablukası altındayken. Neden korkuyorlar bir anlasam. Herkesin her yere gidebildiği bir zamanda, Anadolu'yu vermeyeceğiz diyen bir avuç halis insanın uyuyan bir milleti uyandırmasından korkuyorlar sanki. Bugün içime sinmedi fasulyelerden, dalında büyüyen bir tanecik biberimden bahsetmek. İnsanlar biber gazıyla tehdit edilirken benim biberin lafı mı olur.

23 Mayıs 2011

Son günlerin en muhteşem keşfi

Bir kaç ay önce Meltem, "muz dondurması yapıyor musun?" diye sormuştu. Yooo demiştim, nasıl oluyor ki? Anlatmıştı. Denemeli demiş ama araya giren seyahatlerle unutmuştum. Geçen hafta yeşilken aldığım muzların sona kalanları iyice olgunlaşıp yumuşayınca -yani cazibelerini yitirmişken- hatırladım Meltem'in söylediğini. Dur bakayım bir araştırayım internette deyince karşıma şu tarif çıktı. Hmmm dedim, galiba Meltem'in anlattığı da böyle bir şeydi. Üç taneydi muzum (yerli muz tabii, ithal muzlardan hiç almam), soydum kabuklarını, irice dilimleyip bir tabağa yerleştirdim, buzluğa attım. 1-2 saat tutun diyordu, ben de o civarda tuttum (sanırım, çünkü saate bakmadım). Çıkardığım muzları mutfak robotuna koydum, çalıştırdım. Bir kaç kere kapağını açıp kaşıkla iteledim iri parçaları. Aaa gerçekten krema gibi oldu. Geriye o muhteşem yaratığı tabaklara pay edip üzerine birazcık çikolata parçası koymak kaldı, o da renk versin diye. İşte böyle. Yani bu kadarcık. Annemle afiyetle yedik. Bugün yine muz alıp yapmayı düşünüyorum. Yakında yerli muz biter, bitmeden tadını çıkarmalı bu yeni keşfin. (Sağolasın Meltem'ciğim!)

20 Mayıs 2011

Dut mevsimi açılmıştır

Öncelikle bu fotoğrafta konu mankenliği yapan sevgili arkadaşım Füsun'a teşekkürler. Ne yazık ki bu dutlar bu mevsime ait değil. Kendileri 2009 yılında, sevgili Füsun ve Erhan'la birlikte -her zamanki gibi çok güzeldi onlarla vakit geçirmek, dünyada en sevdiğim insanların başında gelen bir özel çift Füsun ve Erhan-yaptığımız kısa Bozcaada seferinde çekilmişti, Ümitlerin bahçesinde. Bağhane'nin bahçesinde bir azman dut ağacı var ki sormayın gitsin. İnsan kendini alamıyor o dutlardan. Sabah kalkıp ağacın dibine gidiyor, doyana kadar dut yiyorsunuz. Tabii eller kapkara oluyor ya çaresi dutun yaprağında. Bir yaprak koparıp ovaladınız mı elleriniz pırıl pırıl.
Önceki yazıda da söylediğim gibi, Antalya'da dut mevsimi açıldı. Pazarlarda bol dut var. Ağaçların dalları sarkmış dutlardan. Pazardan alıyorum almasına ya, dut beklemeye gelecek meyve değil. Ağacından yediniz mi var tadı, yoksa aynı lezzeti bulmak zor. Birden şu düşünce belirdi zihnimde: Çocukluğumuzdaki lezzeti bulabileceğimiz nadir meyvelerden dut. Her meyvenin tadı bozulurken dut nasıl güzel kalabildi diye düşünmeden edemedim.
(İki haber: Bugün -cuma- Radikal kitap ekinde Artun Ünsal'ın son kitabını tanıttığım yazı var. Hürriyet Cuma ekinde de "en iyi on" listesine ufak bir katkıda bulundum. Aslında böyle listeler yapmak ne kadar doğru bilmiyorum. Hayır diyemedim...)