Bir antropolog neden Bosna futbol kültürüne ilgi duyar? Cevabı burada.

For English: Click here


Zeljeznicar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Zeljeznicar etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Aralık 2022 Cuma

 

Saraybosna Demirspor (Željezničar) – Konyaspor

Stadyum: Grbavica / Saraybosna

Tarih: 29 Kasım 2022 – 18.00

Bu bloğa uzun zamandır yazı eklemiyorum. 2007 yılında bu sayfayı açmamın nedeni “Saraybosna’da futbol taraftarlığı” üzerine yürüttüğüm doktora tez çalışmam esnasında ara sıra akademinin dışına çıkarak rahat rahat yazabileceğim bir mecra yaratmaktı. Bir dönem Türkiye’nin sürekli Bosna-Hersek’le aynı eleme gruplarında eşleşmesiyle, blogdaki yazılar da daha çok Bosna-Hersek ulusal takımı üzerine yoğunlaşmıştı. Yani bloğun ekseni, istemeden de olsa Bosna liginden çok ulusal takıma kaymıştı. Sonra ise zaten mevzudan tamamıyla uzaklaştım ve Bosna futbolu ilgim senede bir ya da iki maç seviyesine kadar düştü.

Şansıma son 10 yılın en önemli maçlarında Saraybosna’daydım. Savaşta hasar gören aydınlatma sisteminin yeniden inşa edilmesinden sonra 22 Nisan 2009’daki ilk gece maçında Grbavica’daydım. 1 Nisan 2017’de de Grbavica’nın Doğu Tribünü’nün (Istok) açıldığı ilk maçta da stadyumdaydım. Söz vermeyeyim ama bu maçlara ilişkin birkaç notumu daha sonra paylaşabilirim. Hatırladığım kadarıyla…

Geçen yıl Željezničar’ın 100. Yıl kutlamalarına ise ne yazık ki katılamadım. Evde Covid belasıyla cebelleşirken hüzünlü gözlerle Grbavica’nın ışıklarına bakmakla yetinmek zorundaydım.

Çalışma odamın penceresinden Grbavica.

Son zamanlarda Bosna futbol kültürüne yeniden eğilmemi sağlayan bazı gelişmeler oldu. Yaz sonunda Tanıl Bora’dan bir mesaj geldi: “Toplum ve Bilim için Katar’daki Dünya Kupası ile ilgili bir şeyler yazar mısın?” deyince tabii ki kıramadım. Kıramamak ne kelime! Adeta "atladım" diyebilirim. “Futbol kültürü”nü yeniden ciddiye almamı sağlayan süreç böylece başlamış oldu. Eylül sonunda Zagreb’teki bir konferans’ta “Bosna kadın futbolu” üzerine çevrimiçi bir sunum hazırladım. Sosyal medyada bunun duyurusunu yapınca birkaç arkadaş beni Bosna futbolu üzerine çalışmalarımı yeniden başlatmam için yüreklendirdi.

Tezim için bir senelik alan araştırmamı bitirmemin üzerinden neredeyse 15 yıl geçmişti ve geriye dönüp baktığımda bu konuda benden sonra dikkat çeken bir çalışma yapılmadığını da fark ettim. 15 senede Bosna futboluna zaman harcayacak başka manyak çıkmamış. Ben de Bosna futbol kültürüne biraz da retrospektif bir bakış açısıyla yeniden eğilmemin kimseye bir zararının olmayacağını düşündüm. Üstelik bu sefer “tez” gibi bir zorunluluğum da yok.

Neredeyse Güz aylarının tamamını Türkiye’de geçirdikten sonra, Saraybosna’ya gelir gelmez alan coşkumu tazelemeye karar verdim.

Sosyal medya hesaplarıma bakarken Željezničar’ın resmi Twitter hesabından bir duyuruyla karşılaştım: 30 Kasım’da Konyaspor’la bir dostluk maçı varmış. İşte, alan araştırmama yeniden başlamak için fırsat!

15 sene sonra yeniden bir etnograf edasıyla Grbavica’nın yolunu tuttum. Aslında bu zaman aralığında birkaç kere Grbavica’ya gitmişliğim var. Sonuçta semtimizin takımı…

Grbavica'daki ilk maçım ve çektiğim ilk fotoğraf. 3 Mart 2007, Zeljo: 6 - Posuşje: 1.


Konyaspor maçı Željo’nun bir Türk takımına karşı oynadığı dördüncü maç ve dört maçın dördü de dostluk maçı. İlk maçı Adana Demirspor’a karşı 1953’de oynamışlar ve 4-1 galip gelmişler. Yaşasın demirsporların kardeşliği! 1965 yazında İstanbul turnesine çıkıp Galatasaray’la 0-0 berabere kalmışlar, Beşiktaş’ı da 1-0 yenmişler. Evvelki akşamki maçta ise Konyaspor’a 2-1 yenildiler.


Maçın ilk dakikalarında Konyasporlu futbolcuların zeminle oldukça zayıf bir ilişki kurdukları gözden kaçmadı. Maç saatinde iki dereceyi bulan sıcaklık “gizli buzlanmayı” işaret ediyordu ve Konyasporlu futbolcular sürekli kayıp düşüyordu. “Yahu kardeşim Antalya’dan mı geldiniz?” diye kendi kendime söylenirken çabuk toparladılar ve yedinci dakikada ilk ciddi gol pozisyonunu buldular. Hemen ardından sekizinci dakikada Konya ilk golü Iche Ikpeazu ile buldu. Dokuzuncu dakikada Željo’nun Brezilyalısı Santos soldan güzel bir driplingle geldi ama son vuruşu kötüydü. 11. dakikada Hırvat oyuncu Paviçiç’le Konya farkı ikiye çıkardı. Buna 21. Dakikada Željo Haydareviç’le yanıt verdi. Željezničar resmî Youtube hesabında paylaşılan 14 dakikalık videoda bu golün ne kadar enteresan bir gol olduğunu izleyebilirsiniz.


Maçın geri kalan 70 dakikası, özellikle de son yarım saati müthiş sıkıcıydı. Havanın soğuk ve puslu olması da etkili olmuş olabilir. Gerçi son dakikalarda bir hareketlenme oldu ama ne futbolcuları ne de tribünde donmak üzere olan bizleri ısıtmaya yetmedi. Hakem insaflı davrandı ve tam 90. dakikada maçı bitirdi. Bir saniye bile ek süre koymadan…

Belki ilk 20 dakika dışında futbol adına çok parlak bir maç değildi ama duygusal ve güzel anlar yaşandı. Konyaspor’un Boşnak asıllı iki oyuncusu İbrahim Şehiç ve Amir Hacıahmetoviç oyundan çıkarken tribünlerden bol bol alkış ve tazahürat aldılar. Futbol kariyerlerinin ilk basamaklarını Grbavica’da atan Şehiç ve Hacıahmetoviç “Željonun çocukları” diye anons edildi. 1997 Danimarka doğumlu Hadziahmetoviç Nexo’da top oynamaya başlamış ve son iki yılı A takımda olmak üzere 2009-2016 yılları arası tam yedi sene Željo’da ter dökmüş. 1988 doğumlu kaleci Şehiç ise Željo’da futbola başlamış ve 2007-2011 yılları arasında Željo’da oynamış. Hacıahmetoviç 2009/10’da, Şehiç de 2014/15’teki şampiyon kadroda yer almış.

Tribünlere gelince…

Yukarıda dediğim gibi, 2007 yılındaki alan çalışmam sırasında tek bir istisna dışında Grbavica’daki bütün maçları Željo’nun efsane taraftar grubu Manijaci (Manyaklar) ile birlikte güney tribününde (Jug’da) izlemiştim. Aslında “maçları izlemiştim” yanlış bir ifade olur. Maçları izleyenleri izlemiştim desem daha doğru. Tek istisnası ise güney tribünün kar altında olmasından dolayı Manijaci’nin kuzey tribününde (Sjever) izlediği maçtı.

Tezimi verdikten sonra ise bir aile babası olarak “pabuçari”, yani “terlikçiler” olarak tabir edilen orta yaş seyircilerle birlikte Sjever’de izlemiştim. Madem alan araştırmasına yeniden başladım, o zaman Jug’a dönmem gerekiyordu. Jug’da hepi topu 100 kadar taraftar vardı. Tribünü birkaç defa turladım ve eski taraftarlardan kimseye rastlayamadım. Asıl taraftar kitlesi ise yeni açılan doğu tribünü İstok’taydı. Belki de 15 sene önce Jug’da olan taraftar yaş aldıkça hır-gürün daha az olduğu Istok’u tercih etmişti. İlerleyen maçlarda Istok’u da bir deneyimlemek lazım.

Yeni açılan İstok tribünü

Elbette ki dostluk maçı olmasından dolayı taraftarın performansı oldukça düşüktü. Maç başlamadan önce stadyumun hoparlörlerinden Željezničar’ın alamet-i farikası Tifa’nın meşhur şarkısı “Grbavica” çalarken güzel bir ambiyans yaşandı ama maç boyunca Grbavica hemen hemen sessizdi.



Tifa'dan Grbavica'yı dinlemek isterseniz şuradan bakabilirsiniz:


Bu arada şeref tribünün olduğu Zapad (Batı) tribünde on kadar, Istok’ta da 20 kadar Konyaspor taraftarı dikkatimi çekti. Muhtemelen Saraybosna’daki Türk öğrencilerdi. 

UEFA stadartlarına uyacak diye bu şirin lokomotifin stadyum duşına atılmasını bir türlü sindiremiyorum.


11 Kasım 2011 Cuma

ZELJEZNICAR – BOSNA HERSEK MİLLİ TAKIMI (8 Kasım 2011)

PORTEKİZ’E HAZIRLIK...

Son iki üç yıldır bayram tatillerinde Balkanlar’a Türkiye’den turist akını gerçekleşiyor. Uygun turlarla onbinlerce turist Türkiye’den Balkanlar’a akıyor. Özellikle bayram tatillerinin Sonbahar’a gelmesi sayesinde hem bölgedeki otel sahiplerinin yüzü gülüyor, hem de sezon dışı olmasından dolayı fiyatların düşüklüğü bu turları daha da cazip hale getiriyor. Temel olarak üç farklı güzergâh var: Birincisi Balkan Tunası. Romanya’dan başlayıp Belgrad’a kadar bir Tuna gezisini içeriyor. İkincisi “Elveda Rumeli” gezisi. Çoğu zaman Selanik’i de içine alan, Üsküp, Ohri, Manastır gezileri. Üçüncüsü Karadağ’da başlayıp Adriyatik kıyılarını takip ederek Dubrovnik’e ulaşan, oradan Poçitel, Blagay ve Mostar istikametiyle Saraybosna’ya uzanan bir tur. Geçen sene bu güzergâhı takip eden yaklaşık 10.000 Türk turist, o mevsimde başka uluslardan turistin olmadığı Dubrovnik’i “işgal etmişti”. Bu turistik “işgal” bol tarihî ironi sosuyla Hırvat gazetelerine yansımıştı.

Bu sene bu turistik işgal ordusuna kuzenlerim de katıldı ve böylece Saraybosna’yı da ilk defa görme şansını yakalamış oldular. 8 Kasım Salı öğle vakitlerinde Saraybosna-Başçarşı’da kahvelerimizi yudumlarken Zeljeznicar tribünlerinin en tanıdık simalarından Alen’i gördüm. İsmini zikretmekte sakınca görmüyorum, çünkü “Frontline Football” belgeselinin Bosna – Sırbistan maçıyla ilgili olan bölümünde boy gösteren Alen Ramiç Zeljo taraftarları arasında belki en medyatik olanı. (Belgeseli buradan izleyebilirsiniz) En medyatik olup olmadığı konusunda emin değilim ama sürekli spor çantasıyla gördüğüm Alen en sportif taraftardır.

Çarşı’da yine spor çantası ve eşofmanlarıyla Alen’i gördüm. Bana akşamki maça gelip gelmeyeceğimi sordu. Tezimi bitirdikten sonra uzun süre maçlardan elimi ayağımı çekmiştim ama bu sezon yine, yeniden Bosna ligini takip etmeye başlamıştım ve akşam maç olduğundan haberim yoktu. Lig maçları Bosna-Portekiz maçı nedeniyle ertelenmişti ve bu hafta kupa maçı da yoktu. Alen konuya açıklık getirdi: Bu akşam 18.00’de Grbavica Stadyumu’nda Zeljeznicar’la Bosna Hersek A Milli Futbol Takımı hazırlık maçı yapacaklarmış. Hem Zeljeznicar’ın 90. Yıl kutlama etkinliği hem de Bosna-Portekiz maçı öncesi bir hazırlık maçı niteliğinde bir maç.

Koyu Boluspor taraftarı kuzenim ilgisini çekti ve maça gitmeye karar verdik.
Bütün gün “turistik”yürüyüş yaptığımız için akşam üzeri hayli yorgunduk ve hiç de maça gidecek hâlimiz yoktu, fakat Doğan (kuzenim) bu fırsatı kaçırmak istemedi. Eve yürüyerek 20 dakikalık mesafede olan maça gitmeye karar verdik. Gündüz Tito Bulvarı’ndaki pazar yerinden aldığımız Bosna-Hersek formalarını giyip yola çıktık. Hava gündüz çok soğuk değildi ama Saraybosna geceleri adamı titretir. Buna uygun olarak da formanın üzerine kalın bir şeyler giymeyi ihmal etmedik tabii.

TM87’nin mekânı Grbavica Jug’dan (Grbavica Güney tribünü) biletlerimizi aldık. Maça beş dakikalık gecikmeyle girdik ve bu ilk beş dakikalık dilimde çok şey kaçırmışız. Kuzenim bir hazırlık maçına bu kadar çok seyirici geleceğini tahmin etmiyordu. Stadyum tıklım tıklım doluydu. Kuşkusuz bunda Grbavica Stadyumu’nun tam da Grbavica mahallesinin ortasında, apartmanların hemen yanıbaşında olmasının payı yok değil. Yandaki fotoğrafta bu ilişki daha net bir şekilde görülür zaten. (Fotoğraf: worldfootball.net) Elbette, Zeljeznicar taraftarının ateşi de stadyumun tıklım tıklım olmasına katkıda bulunuyordu.



Stadyuma girdiğimizde korografi gösterisinden arda kalan karton parçaları yerlerdeydi ve yakılan meşalelerin oluşturduğu sis hâlâ dağılmamıştı. Üstelik dördüncü dakikada Vedad İbişeviç’in golünü de kaçırmıştık. Güney tribününde oturacak yer olmayınca, kale arkasının tam ortasındaki basamakların en altından maçı izlemeye başladık. Bir kaç taraftar bana Zeljeznicar - Maccabi maçında Medjunjanin’e nasıl sövdüklerini anlattı, ki bunu o maçla ilgili izlenimlerimde yazmıştım. (Bkz. Zeljo – Maccabi)

Maç gerçek anlamıyla “dostluk maçı” havasında geçiyordu. Bosna-Hersek ulusal takımı yine İbişeviç’in ayağından 38. dakikada ikinci golü de buldu. Fakat buna Zeljo 40. dakikada Beşliya’nın golüyle yanıt verdi.

İkinci devrede kuzenle beraber oturacak yer arayışına girdik. Lâkin, dikildiğimiz yer tam da fanatiklerin bulunduğu yerin alt tarafındaydı ve tezahürat sırasında ağızlardan saçılan tükürüklerden biz de nasibimizi alıyorduk.

İkinci devre daha çok taktik savaşı şeklindeydi. Edin Dzeko’lu Bosna bol bol pozisyona girdi ama pozisyonlardan yararlanamadı. Bosna futbolunun en keyifli tarafı da budur zaten. Orta sahaları bile hayli ofansiftir ve bol bol pozisyona girerler. Orta sahanın ortası kullanılmaz. Arkası ve önü kullanılır. Bu haliyle sürekli mücadelenin ön planda olduğu, izlemesi keyifli bir maçtı. Kuzen için bu keyif sigara içmenin serbest olmasıyla iki katına çıkmıştı.

11 Kasım’daki Portekiz maçını düşünen Bosnalı milliler ikinci yarıda maça fazla asılmadı. Zeljo daha diri bir görünüm sergiledi ama Bosna-Hersek mili takımıyla Zeljeznicar’ın kalitesi arasındaki fark tartışılamaz bile. İkinci yarıda gol olmamasına rağmen güzel bir futbol izledik. Yugoslav futbolunun kendi gitmiş adı kalmış güzelliklerinden örnekler bile izleyebildik. Çapraz paslar, hatta uzun çapraz paslar, ince bilek hareketleri ve Yugoslav faulu.

Bu Yugoslav faulundan nefret edenleri anlayamam bir türlü. İzlemesi keyifli futbolun garatisidir Yugoslav faulu. Rakip sahaya korkusuzca gitmenin emniyet sübabıdır. Rakip takımın Yugoslav faulunu engelleyebilmek için tek yapması gereken bu taktiği uygulayan takım gibi ofansif bir oyun kurgulamasıdır. Topu rakipten kapan oyuncu ne kadar çabuk ayağından çıkarırsa o kadar iyi. Topu çabuk çıkarabilmek için de tabii ki ileride adamınızın olması lazım. Yani onbir oyuncunun onbirini de kendi sahanıza hapsederseniz, topu kaptığınız anda daha dağıtamadan indirirler sizi.

Bir de bu topu kaptırmaya müsaade etmeyecek, gelen tekmeleri incelikle savuşturabilecek teknik ayaklar ise candır.

Maçta tam 85 dakika boyunca taraftarlar Bosna’yı değil, Zeljeznicar’ı destekledi. Farklı bir şey beklemiyordum. Ama en azından son beş dakika milli takımlarını unutmadılar...

30 Temmuz 2011 Cumartesi

ZELJEZNICAR – MACCABI TEL AVIV (28 Temmuz 2011)

2009 yılı rakamlarına göre Dünya’da toplam 126 milyon blog varmış. (Bkz: Internet 2009 in numbers). Herhalde 2011 yılı ortasında bu rakam 200 milyonu çoktan geçmiştir. Blogların en büyük sorunu da “ölmeleri”. Bir hevesle açılan bloglar, blogları açan kişilerce güncellenmediği için bir müddet sonra “ölüyor”. Ya da bitkisel hayata giriyor diyelim.

Bu blog da 2007 Kasım ayında açıldı. Bir şekilde ortalama olarak ayda bir kere yeni bir şeyler yazarak bloğu güncel tutmaya çalışıyordum ama 2008 yılından bu yana, yani neredeyse üç yılda sadece bir yazı ekleyebilmişim.

Bu bağlamda Bosna Futbol Kültürü “blog ölümü”ne iyi bir örnekti. Fakat son iki-üç aydır hafif hafif beni rahatsız ediyordu bu “blog”un ölümü. Belki inanmyacaksınız ama bir delinin “Bosna Futbolu” hakkında açtığı bu bloğu takip edenler, yeni yazılar görmek isteyenler var. “Hocam, yeni yazı koymayacak mısın?” sorularını uzun süredir “Evet. İşten, güçten vakit bulup bir türlü yeni yazı koyamadım. Boşladım. En yakın zamanda yeni yazı koyacağım” türü yalanlarım beni de rahatsız etmeye başlamıştı. İşin aslı, Google’da “football culture” (futbol kültürü) yazınca ilk beş siteden biri benim bloğun İngilizce versiyonu. Bu durum da bloğun yeniden hayata döndürmek için bayağı yüreklendiriyor insanı. Gerçi şimdi ikinci sayfaya düşmüş ama “Bosnian Football Culture” yazınca rakibim yok. Başka “deli” yok çünkü bu konuya kafayı yoran! Çok şükür “futbol kültürü” diye Türkçe aratınca hala ilk beş siteden biri olarak çıkıyor benim blog.

Şu sıralar belli bir tarihe kadar yetiştirmem gereken çok önemli işlerim yok. Altı sene sonra ilk defa böyle bir dönem yaşamaktayım. Biliyorum, çok uzun sürmeyecek ama yine de keyfini çıkarayım, uzun zamandır vakit ayıramadığım şeylerle ilgileneyim diyorum. Dediğim gibi, en son olarak 2009 Ekim’inde “Bir Daha Mümkünse Bosna’yla Aynı Gruba Düşmeyelim” başlıklı yazıdan bu yana bloğu öksüz bırakmıştım. Aslında arada geçen süre içerisinde bloğu boşlamak için çok iyi bahanelerim var: Askere gittim, doktoramı verdim, yardımcı doçent oldum, evlendim, bir de oğlum oldu! Yeter mi? Bu arada bir buçuk sene boyunca İstanbul’da bir üniversitede ders vermemden dolayı her hafta İstanbul-Saraybosna yolunu gidip gelmemin beni nasıl tükettiğini hiç anlatmayayım. Fakat, boşuna duygu sömürüsü yapmayacağım. Blogda yeni yazıların yer alamamasının tamamıyla başka bir nedeni var: SIKILDIM!

Tez sonrası yaşanılan en önemli travmalardan birisi de tez konusuna yabancılaşmaktır. Açıkçası sadece tez konum olmasından dolayı değil, son dönemde yaşanılanlar futboldan uzaklaşmamı daha da kolaylaştırdı. Gençlerbirliği’nin durumu ortada, Türk futbolundaki rezillikler artık kabından taşmaya başladı, üstelik kötü oynadığım için kaleci olduğum halı saha maçlarında kalecilik performansım bile eskiyi aratmakta. Siz düşünün gerisini!

Geçtiğimiz sezon heveslenip Grbavica’daki Zeljeznicar-Sarajevo derbisine gittim. Maçtan sonra bloğa bir yazı koyma umudum vardı. Fakat bu heves saman alevi gibi çabucak söndü.

Herkes Türkiye’de sıcaktan kavrulurken, bu taraflarda deniz kenarına gidebilmek için havaların düzelmesini beklediğim şu günlerde Bosna’daki bir diğer Alkara olan Erdoğan telefon açtı. Evet Ankara'da Gençlerbirliği taraftarı sayısı az olabilir ama burada tam tamına iki kişiyiz! Çarşamba günü Zeljeznicar-Maccabi Tel Aviv UEFA Avrupa Ligi, Üçüncü Ön Eleme Turu maçı varmış. Maça gitmeye karar verdik. İşte bu maçtan sonra artık bu bloğa bir şeyler koymanın vaktinin geldiğini anladım.

Saraybosna’da yaklaşık bir haftadır kapalı-yağmurlu bir hava var. Maç Zeljeznicar’ın maçlarını oynadığı Grbavica Stadyumu’nda değil, Koşevo’daymış. Muhtemelen Grbavica’nın UEFA kriterlerine uymadığı içindir. Koşevo Stadyumu’nun kapalı tribünü olmaması gün boyunca gözümün bulutlarda olmasına yol açıyor ama ne yağmur yağıyor o saate kadar, ne de maçın oynanacağı saatlerde yağmur yağacağına dair bir emare var bulut hareketlerinde. Hava oldukça güzel ve uzun kollu bir tişört üşütmüyor.

Zeljo hakkında güncel bilgim “sıfır” seviyesinde. Sadece geçen sezonu üçüncü kapattıklarını biliyordum. O kadar! Her zaman “Bana takımları, oyuncuları sormayın. Ben maçı izlemiyorum, maçı izleyenleri izliyorum” diye bir bahane uydururdum ama artık taraftarları da çok iyi tanıdığım söylenemez. Alan araştırmam Şubat 2008’de bitti ve aradan geçen 3,5 sene yeni bir taraftar kuşağının oluşması, eski taraftarların evlenip, iş-güç sahibi olup da tribünden kopması için uygun bir süre.
Nedenini anlamadığım bir biçimde Koşevo Stadyumu’nun Kuzey (Sjever) ve Batı (Zapad) tribünleri taraftarlara açılmamış. Taraftarlar sadece kale arkası Güney (Jug) ve hastane tarafındaki Doğu (İstok) tribünlerinde konuşlanmış. Bir de Batı tribünündeki şeref tribünü açık tabii ki.

TM87 (yani “Manyaklar” – herhangi bir gruba bu isimle hitap etmeyi pek sevmiyorum, o yüzden TM87’nin -yani The Maniacs 1987’nin- kısaltılmışını tercih ediyorum) doğal olarak Güney tribününe yerleşmiş. “Doğal olarak” diyorum, çünkü iki nedenden ötürü: Birincisi; TM87 Grbavica’da da Güney tribünündedir, İkinicis; Koşevo’da Sarajevo maçlarında misafir tribün Güney kısmıdır. Denilebilir ki, Koşevo’daki Güney tribünü Sarajevo’dan daha çok Zeljeznicar taraftarlarına aittir.

Ne yazık ki, bu maçla ilgili elimde fotoğraf yok. Seneler sonra “Bosna Futbol Kültürü” yazısı için maça giderken not defterimi aldım ama kalem unutmuşum, fotoğraf makinemi de aldım ama pilleri unutmuşum. Maçlara (ya da “alan”a) bir değil üç-dört kalemle giden, fotoğraf makinesindeki pillerin dolu olup olmadığını kontrol etmekle yetinmeyip stadyum girişindeki güvenlikçilerle ya da polisle papaz olmayı göze alarak yedek pil almayı hiç bir zaman ihmal etmeyen bir antropolog için olmayacak bir hata! Bir daha ki yazıya, ki umuyorum 2 sene sonra değil, daha yakın bir zamanda, görsel malzeme koyacağıma söz! Bu maçın fotoğrafları için Zeljeznicar’ın resmi web sitesine uğrayabilirisiniz.

Güney tribünün tamamı doluydu. Köşelerde bile boş oturak yoktu. Batı tribününde de tek tük boş yer vardı. Yani maçta aşağı yukarı 17-18.000 seyircinin olduğunu söyleyebilirim. Ankara 19 Mayıs’tan alışkanlık, “maratonun göbeği”ne oturduk. Aile tribünü yani. Oğluyla, eşiyle maça gelen bizim gibi evli barklı seyircilerin mekânı! İki Gençlerbirlikli olarak 19 Mayıs geleneğini bozmadan çekirdeğimizi yedik, hatta arada ayağa kalkıp bir iki tezahürata da katıldık. Maç boyunca gevezelik de ettik tabii.

Bosna’da 60’a yakın maça gittim. Bu maçların hemen hemen tamamında elimde fotoğraf makinesi ve not defteriyle taraftarlar arasında dolaşmışımdır. Yavaş yavaş bu huyumdan vazgeçmeye, stadyuma gittiğimde maçı izleyenleri izlemektense, maçı izlemeye kendimi alıştırmaya başladım. Ne yalan söyleyeyim, bundan dolayı uzun zamandan sonra futboldan hafifçe hoşlanmaya bile başladım. Bunda maçın hareketli olmasının da payı vardı elbette. Maçın başından itibaren Zeljo sürekli golü düşündü. Topu alır almaz hep atağa geçti. İzlemesi keyifli bir oyun sergiledi ama “bal yapmayan arı” kıvamında br oyundu.

Maçın istatistikleri Championship/Football Manager müdavimlerini çıldırtacak cinsten: UEFA’nın istatistiklerine göre Zeljo’nun yarattığı on gol pozisyonuna karşılık Maccabi’nin yedi pozisyonu var. Ama top yuvarlak: Maçı Maccabi 2-0 kazandı. İlk yarı kesinlikle Zeljo hakimdi oyuna. Ama gol yollarını zorlayamadılar bir türlü. Sadece Zeljo'nun değil, Bosna liglerinin en pahalı futbolcusu (650.000 Avro değerindeki) Zajko Zeba da etkili olamadı. Zeljo’nun serbest atışlarda zayıf olduğunu gören Maccabi defansı tehlike yaratabilecek pozisyonlarda Zeljoluları indirmekte sakınca görmediler. Tabii ki bundan ikinci sarıdan kırmızı kart göstermekten imtina eden İsveçli hakemin de payı yok değil. Bu arada maçı yöneten İsveçli hakem üçlüsününden birisinin ismi Mehmet Culum. Yan hakemlerden kısa olanının bizimki olduğunu tahmin ediyorum. Tam da önümüzdeydi. Yanlış bir karar vermesini bekledim “yancııı” diye taciz etmek için, ama bana bu fırsatı vermedi.

Maç sırasında sahada Sarajevo’nun deplasmanda Sparta Prag karşısında 2-0 mağlup olduğu haberi geldi. Kale arkası bu habere sevindiğini belli ederken, bizim tribünden pek tepki gelmedi.

Sürekli atak yapan Zeljo gol atamayınca ikinci yarı için iki ayrı alternatif vardı: Ya Zeljo gol yollarını açmak için bir çözüm bulacaktı, ya da Maccabi rakibin atağa çıktığında yarattığı boşluklara yüklenecekti. İkincisi oldu. Maccabi teknik direktörü Adamir, Zeljo’nun açıklarını iyi görmüş olmalı ki, uzun zamandır sakat olan, dolayısıyla ikili mücadelelerde zayıf ancak boş alanda hızlı olan Arjantin asıllı oyuncusu Roberto Colautti’yi ikinci yarıda oyuna soktu. Colautti 47’de ilk, 56’da da ikinci golünü attı. (Maçın özet görüntüleri için buraya tıklayın)

Görevini yapan Colautti, Zeljo defansı tarafından biraz geç farkedildi. Zaten fark edilir edilmez de görevini yerini getirmiş olmanın huzuruyla maçın bitmesine yarım saat kala maçla ilgisini kesti. Bu arada hemşehrilerine karşı oldukça hırslı oynayan Maccabi’nin Boşnak oyuncusu Haris Medjunjanin’in annesinin bol bol kulakları çınladı. Ekseriyetle anneye sövülen Bosna’da ilk defa “bacı”ya da sövüldüğüne şahit oldum.
Zeljo’da ise sağ kanatta adam geçmekte fena olmayan ama pas yüzdesi çok düşük olan 4 numaralı formasıyla Zeljo’nun Karadağ asıllı Sırp defans oyuncusu Goran Markoviç beğenimizi topladı. Markoviç Zeljo’ya bu sene gelmiş. Zeljo’ya bu sene gelen bir diğer oyuncu, Liberya asıllı İsviçreli Patrick Gerhardt Nyema da hızlı oyunuyla dikktimizi çekti, ama Zeljo’da bir şeyler yapabilmesi için Bosna’da tecrübe edinmesi gerekiyor.

Maccabi’nin skoru üçe, hatta dörde kadar çıkarabileceğini beklerken Zeljo biraz toparlanır gibi oldu. Fakat, gole gitmek için farklı taktikler deneyen Zeljo’nun ne yazık ki bu taktiklerin hakkını verecek yetenekte oyuncuları yok. Maccabi’nin bende pek güven hissi uyandırmayan kalecisini uzaktan şutlarla avlayabilecek bir adam çıkmaz mı? Gelişine gelen toplara şöyle güzelce çakan bir adam çıkmaz mı? Çıkmadı... Maç 2-0 bitti.

19 Haziran 2008 Perşembe

ZAGREB ĆE BİTİ TURSKA MAHALA

20 Haziran 2008’de EURO 2008’de Türkiye ile Hırvatistan’ın oynayacağı çeyrek final karşılaşmasından önce geçen sene izleme fırsatını bulduğum Bosna-Hırvatistan dostluk maçıyla ilgili izlenimlerimi, biraz da yarınki maçla ilintilendirerek yazmak istedim. Bu benim için aynı zamanda uzun zamandır ilgilenemediğim Bosna Futbol Kültürü blogumla yeniden buluşma imkânı sundu bana.


BOSNA HERSEK - HIRVATİSTAN

Stadyum: Koševo

Tarih: 22 Ağustos 2007

Saraybosna Film Festivali olanca hızıyla devam ediyor. Saraybosnalılar mümkün olan en fazla sayıda filmi izleyebilmek için o sinemadan bu sinemaya koşturuyor. Benim favorim daha çok eski Yugoslavya coğrafyasında çekilmiş yeni filmler. Bir de Ankara’daki öğrencilik yıllarımdan alışkanlık, kısa filmler ve belgeseller. Beleş olduğu için belgesel ve kısa filmleri kaçırmazdık... 14:30’da “Karneval” isimli bir belgesel var. Karadağ-Bosna ortak yapımı bu belgeselde büyük ağabey Sırbistan’ın günahlarını paylaşmaya yanaşmayan Karadağ’ın savaş yıllarında Bosnalı mültecilere yaptığı eziyetler konu edinilmiş. Belgeselin yapımcısı tanıdık bir isim: Boro Kontić. Karadağ kökenli gazeteci ve aynı zamanda da fanatik bir Željeznićar taraftarı olan Boro (yani Bora) Grbavica’daki hiç bir maçı kaçırmıyor. Kombine bileti var. Alan araştırmalarında ilk başvuru kaynakları her şeyden haberi olan, olanı biteni bilen gazetecilerdir. Nitekim Boro da araştırmamın başından itibaren Saraybosna Medya Merkezi’nde bazen bir kahve, bazen bir kadeh rakı eşliğinde bitmek bilmeyen sorularımı sabırla yanıtlamıştır.

Sinema salonuna doğru koştururken festival standlarının orada tanıdık bir yüz geçiyor yanımdan. Ama kim olduğunu çıkaramıyorum bir türlü. Sinema salonuna girerken ayılıyorum: Jeremy Irons! Ne korumalar, ne de sürekli imza isteyen rahatsız edici bir insan yığını var etrafında. Saraybosnalılar sanatın her alanına bu kadar meraklıyken sanatçıları sıkboğaz etmeyen bir mizaca sahipler. Belki de Saraybosna’nın savaş sırasında bile sanatçılarca çekiciliğini korumuş olması bundandır. Not olarak düşelim: On dördüncüsü düzenlenen film festivalinin ilki 1995 yılında, yani savaş sırasında yapılmış.

Filmden sonra şehir merkezinde dolaşıyorum. Saraybosna’nın ana caddesi savaş meydanına dönmüş. Ben filmdeyken Hırvat ve Bosnalı taraftarların çatışmalarına sahne olmuş Mareşal Tito Caddesi. Bugün önemli bir maç var: Bosna Hersek – Hırvatistan “dostluk” maçı.

İlk bakışta bu iki komşu ülkenin arasındaki dostluk maçı çok da önemli değil gibi görünüyor. Ama yakın tarih büyük trajedilere tanıklık etmiş. 1992-95 savaşı başında Bosnalı Sırplara karşı Boşnaklarla birlikte savaşan Hırvatlar, milliyetçi liderlerin kışkırtmasıyla dünyanın gözü önünde parça parça edilen Bosna’dan bir pay alabilmek için üçüncü bir cephe açmışlar. Savaşın en şiddetli yaşandığı yer ise Mostar. Hırvatlar ve Boşnaklar arasındaki sınırın belirlendiği Šantićeva Caddesi’nin her iki yanındaki binalar hâlâ kullanılamaz durumda, çoğu yıkık. Önce Boşnak kısmındaki Sırp Ortodoks kilisesini bombalayan Hırvat topçusunun bununla da yetinmeyerek bir arada yaşamın simgesi olan güzelim Mostar köprüsünü yıkmasının görüntüleri hafızalarımızda yer etmiştir. Savaştan sonra Bosna ve Hırvatistan hükümetleri arasında görece iyi ilişkilerden bahsedebilsek bile, Mostar’da yaşanılanlar unutulmuşa benzemiyor. İki yıl önce Almanya’daki Dünya Kupası’nda Hırvatistan’ın Brezilya ile oynadığı maç esnasında ve sonrasında başta Mostar olmak üzere Bosna’da Bosnalı Hırvat ve Boşnak nüfusun birlikte yaşadığı yerlerde gerilimler olmuş, hatta yer yer ciddi çatışmalar meydana gelmişti. Etnik bağlarla Hırvatistan’a bağlı olan Bosnalı Hırvatlar Hırvatistan’ı, bunun karşısında Boşnaklar da Brezilya’yı destekleyince kıyamet kopmuştu. 20 Haziran’daki Hırvatistan-Türkiye maçı ise benzer, hatta daha yoğun gerilimlere neden olabilir mi acaba? Bunun yanıtı biraz da bir yıl önce oynanan Bosna-Hırvatistan dostluk maçında saklı.

Maç esnasında Hırvat taraftarlar Bosnalı taraftarların üzerine meşale atmaya kalkışmaları, Güney tribününde polisle Hırvat taraftarlar arasında arbede çıkmasına neden oluyor. Maç boyunca Bosnalıların tezahüratlarından biri de “Zagreb će biti turska mahala”. Şaşırıyorum. Anlamı şu: Zagrep Türk mahallesi olacak.” Daha önce 25 Şubat 2006 tarihinde Koševo’da oynanan Sarajevo-Slavija maçındaki izlenimlerimi anlatırken Bosnalı futbolseverlerin Türkiye’ye karşı sempatilerinden bahsetmiştim. Ama bu kadarı beni de şaşırtıyor. Adnan’a dönüp; “Yahu artık bizi bu meselelere karıştırmasanız. Buraları terk ettiğimiz neredeyse iki yüzyıl olacak ama sizin yüzünüzden hâlâ hem Sırplarla hem de Hırvatlarla papaz oluyoruz!” diyorum. Adnan’ın cevabı net: “Biz de sizin yüzünüzden çekiyoruz yaşadığımız her türlü sıkıntıyı!”. Ne diyeyim; o da haklı. Savaş sırasında Almanya’da yaşayan Adnan doğal olarak bir çok Türk’le tanışmış. Bir Türk tanıştığı yabancılara ilk olarak ne öğretir? Evet, Adnan da arada “ana avrat” diye tabir ettiğimiz Türkçe küfürlerden savuruyor Boşnakça seçme küfürlerin yanında tabii.

EURO 2008’de Türkiye’nin Hırvatistan’la oynayacağı çeyrek final maçı öncesi bu sloganı hatırlıyorum: “Zagreb će biti turska mahala”. Brezilya-Hırvatistan maçı sırasında bile olay çıktığına göre, Hırvatistan Türkiye ile maç oynadığı zaman ne olur acaba diye düşünüyorum. Mostar, futbol kaynaklı şiddet olayları açısından meşhur bir kent. İkinci Dünya Savaşı sırasında bölgedeki faşist Hırvat (Ustaşi) rejiminin desteğini arkasına alan Mostar takımı Zrinjski Yugoslavya döneminde yasaklanmış. Yugoslavya dağıldıktan sonra Bosnalı Hırvat milliyetçilerinin ilk yaptığı işlerden biri de bu kulübü yeniden kurmak olmuş. Velež taraftarları bu duruma çok kızgın. Bunun iki nedeni var. Birincisi Velež takımı Bosna, daha doğrusu Hersek kimliğinin en önemli kurumlarından biri. Mostar’ın tamamını kucaklayan bir takım olan Velež’in karşısına bölücü bir aşırılığın timsali olarak ortaya çıkan Zrinjski’ye Velež taraftarlarının sempatiyle yaklaşmaması şaşırtıcı bir durum değil aslında. Velež taraftarlarını kızdıran ikinci nokta da daha önce Velež’in stadyumu olan Mostar’ın Batı, yani Hırvat kesimindeki Bijeli Brijeg’in savaş sonrasında bir katakulliyle 49 seneliğine Zrinjski’ye verilmiş olması. Zrinjski-Velež maçlarının hemen hemen tamamında Mostar sokakları kimi zaman ufak tefek, kimi zaman da büyük kavgalara sahne oluyor. Özellikle de maçlar Velež’in eski stadyumunda oynandığı zaman Batı yakasına geçen Velež taraftarları stadyum yolu üzerindeki toplu konutların oradan geçerken apartmanlardan yağan kavanoz, kapkacak ve benzeri eşyalarla muhatap olmak durumundalar. Zrinjski-Velež rekabeti bazen çok ilginç görünümlere de bürünebiliyor; geçtiğimiz sezon UEFA Kupası’nda Sırbistan takımı Partizan’la eşleşen Zrinjski’nin Mostar’da oynadığı maçta onlarca kişi iki takımın taraftarları arasında çıkan kavgada yaralanmıştı. Bu maçta bazı Velež taraftarları Partizan’ı desteklemişti. Bununla birlikte Brezilya-Hırvatistan maçında çıkan olayların ilk olarak Mostar’da başlamış olması ve Mostar’daki Zrinjski-Velež rekabeti 20 Haziran 2008 tarihindeki Türkiye-Hırvatistan maçı sırasında Mostar’da neler yaşanabileceği konusunda önemli ipuçları veriyor. Bosna Federal TV’nin 18 Haziran akşamında verdiği habere göre Mostar polisi maç sırasında, öncesinde ve sonrasında yaşanabilecek olaylar için şimdiden önlemlerini almış durumda. Zagreb’in Türk mahallesi olmayacağı aşikâr ama Mostar’ın en azından yarısının Türk mahallelerini aratmayacağı da belli gibi.

Maça gelince... Bosnalı arkadaşlarımdan şimdiye kadar maçla ilgili bir yorum gelmedi. Balkanlar’da uzun zamandır “110 metreye 70 metrelik nizami çim saha” futbol ile ilgili olarak en son akla gelen şey...

10 Kasım 2007 Cumartesi

BOSNA’DA İŞLER KARIŞIK

(Four Four Two Türkiye baskısının Haziran 2007 sayısında yayınlanmıştır)

24 Mart akşamı kent merkezinde bir Türk lokantasında Yunanistan–Türkiye maçını izlemek için hazırlıklarımı yaparken bir yandan da göz ucuyla Oslo’da oynanan Norveç–BiH (Bosna-Hersek) maçını izliyordum. Maç henüz başlamışken ateşli Bosnalı taraftarlar birdenbire onlarca meşaleyi yakıp ortalığı dumana boğdular. Arada bir meşaleleri yakıp sahaya atarak oyunu durdurmak Balkanlar’da gelenektir. Sahaya sürekli atılan meşaleler yüzünden tamı tamına otuz beş dakikalık bir duraklamanın antropolojik gözlemlerle açıklanamayacak başka türlü nedenleri vardı. Tribünlere baktığımda “NFSBIH=MAFIA” pankartı dikkatimi çekti. Bosnalı taraftarların hareketi NFSBiH’i (Nogometni/Fudbalski Savez Bosne i Hercegovine – Bosna-Hersek Futbol Birliği) protesto etmeye yönelikti.

Haftalık “Dani” dergisi yazarlarından Boro Kontić enerji, tekel ve telekomünikasyon sektöründen sonra BiH’te paranın döndüğü alanlardan birisinin “futbol” olduğunu söylüyor. Dolayısıyla, BiH’in en önemli siyasi yapılarından biri NFSBiH. Genelde Bosnalı futbol taraftarları NFSBiH başkanlarına ve yönetimlerine çok da sempatik bakmazlar. Oslo’daki olaylara kadar uzanan taraftar-NFSBiH ilişkilerine değinmeden önce BiH’te futbolun kurumsal gelişimine kısaca bakmakta fayda var.

Futbolseverler hatırlayacaktır; futbolcuların çoğunun yurtdışına gittiği kuşatma yıllarında Saraybosna’da kalan futbolcularla UNPROFOR arasında Mart 1994’te oynanan ve Saraybosna karmasının 4-0 galip geldiği maç herkesin ilgisini çekmişti. 1995 yılında imzalanan Dayton Anlaşması ile birlikte BiH’in yeniden yapılanması sürecinde NFSBiH ilk kurulan kurumlardan birisiydi. Fakat, NFSBiH’in UEFA ve FIFA tarafından tanınması ancak RS takımlarının da BiH futbol ligine katılmasıyla 2002 yılında gerçekleşmiştir. Bu takımlar daha önce Sırbistan-Karadağ liglerinde yer almaktaydı. NFSBiH Bosna futbolunda entegrasyonu sağlamış olsa da günümüzde Bosna-Hersek futbol liginde özellikle taraftarlar arasında ayrılıklar göze çarpmakta. Elbette ki bunun nedenlerinden birisi etnik farklılıklar. Onaltı takımdan oluşan BiH Premier Ligi’nde beş takım RS’nden geliyor. BiH Federasyonu’ndaki takımlardan dördü Hırvat, yedisi ise Boşnak takımları olarak biliniyor. Etnik kökene bağlı olarak ortaya çıkan bu ayrım özellikle daha önce Saraybosna’nın köyü olan bugün ise RS sınırları içerisindeki tanımıyla ismi Istoćniy Sarajevo (Doğu Saraybosna) olarak bilinen Lukavica ‘nın takımı Slavija ile Saraybosna’nın takımları arasında oynanan maçlarda ortaya çıkıyor. Taraftar sayısı kısıtlı olan Slavija’nın Saraybosna’da oynanan maçlarında olay çıkmasa da, en az bin taraftarla Lukavica’daki maçlara çıkarma yapan Saraybosna takımları Željezničar (Okunuşu: Jeljezniçar – taraftarlar arasında “Željo” olarak bilinir) ve Sarajevo’nun Slavija ile oynadığı maçlarda ise mutlaka olaylar çıkıyor. BiH futbol liginde etnik kökene bağlı olarak varolan en dramatik ayrım ise Mostar’da yaşanıyor. Bosnalı hip-hop grubu Dubioza Kolektiv’in de ifadesiyle Berlin duvarının bile yıkıldığı Avrupa’da, zümrüt yeşili rengiyle akan Neretva ırmağı tarafından doğu (Boşnak) ve batı (Hırvat) olarak bölünmüş tek kenti olan Mostar’ın iki takımı Zrinjski ve Velež arasındaki rekabetin temel kaynağı etnik bölünme. Velež’in taraftar grubu Red Army’nin üyeleri Adnan, Denis ve Arnis ile yaptığım görüşmede her üçü de Hırvat kimliğiyle ön plana çıkan Zrinjski takımının karşısında Velež’in “Müslüman” (ya da Boşnak) kimliğiyle tanınması çabasına başta Red Army olmak üzere Velež taraftarlarının karşı çıktığına dikkat çekiyor. Takımların “etnik” kimliklerle tanınmasına karşı mücadelenin özellikle “Boşnak” (ya da Müslüman) olarak bilinen takımlarının taraftarları tarafından yürütüldüğünü belirtmek gerekiyor. Zaten, Boşnak olarak bilinen takımların “Boşnak” kimliğini belirten özel ibarelere rastlamamız pek de mümkün değil. BiH liginde RS’ten gelen takımlar Sırp takımları olarak biliniyor, flamalarında Hırvat damalı ulusal amblemi olan ve çoğu “Hırvat Spor Kulübü” olarak tanımlanan Hırvat takımları dışında geriye kalan takımlar “Boşnak” olarak biliniyor. Bu arada Hırvat takımlarının maddi olarak güçlü olduklarını, Sırp olarak bilinen takımların Sırbistan’da kadroya giremeyen futbolcuları kiralık oynatmak için getirmekte zorlanmadıkları biliniyor.

Bosna futbolundaki tek ayrımın etnik temelli olduğu gibi bir düşünce yanıltıcıdır. Türkiye’deki Bizans-Anti-Bizans benzeri bir husumet BiH’te de yaşanıyor. Bosna liginde oligarşik bir yapılanmadan bahsedemesek de, kentler arasında, daha doğrusu Saraybosna ve diğer kentler arasında önemli bir husumetin varlığından bahsedebiliriz. Saraybosnalılar, başkent dışında kalan Bosna’yı Palanka (Taşra) tanımıyla aşağılarken, taşrada yaşayan Bosnalılar ise gelişmiş Saraybosna’ya karşı pek de dostça duygular beslemiyorlar. Bu durum futbola da yansıyor. Özellikle Zenica’nın takımı Čelik ile Saraybosna takımları arasında oynanan maçlarda ölümle bile sonuçlanan kanlı çatışmalar çıkabiliyor. Hem Željo’nun hem de Čelik’in “Boşnak” olarak bilinen futbol takımları olduğunu da belirtmek gerekiyor. Mostar-Saraybosna ayrımı ise daha farklı bir karaktere sahip. İster Hırvat kimliğiyle bilinen Zrinjski olsun, isterse Boşnak kimliğiyle bilinen Velež olsun, Mostar takımlarının en önemli rakibi her zaman için Saraybosna takımları olmuş.

Saraybosna’da Željezničar ve Sarajevo arasındaki rekabet ise ne etnik kökenli, ne de kent-kır (taşra/çevre-merkez) kökenli. Yugoslavya’nın birçok kentinde “Željezničar” ismiyle kurulmuş spor kulüpleri bulabilmek mümkün. “Željezničar” güney Slav dillerinde “demiryolu” anlamına geliyor ve bizdeki Adana Demirspor, Ankara Demirspor ya da Eskişehir Demirspor benzeri takımların arasında en ünlüsü. Saraybosna’nın Grbavica mahallesinde 1921 yılında demiryolu işçileri tarafından kurulmuş olan Željezničar kulübü. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce üstün teknik yeteneğe dayanan Tuna Ekolü’nün temsilcisi olan Yugoslav futbolunun Tito dönemindeki patlamasından Bosna-Hersek de payını aldı. Üstün teknik kapasiteye futbolcuların artan kondisyonu ve modern antrenman yöntemleri ve yeni oyun taktikleri eklenince ortaya adeta bir “futbol fabrikası” çıkmıştı. Sosyalist dönemde Yugoslavya’nın her yerinde yeni spor kulüpleri açılmaya başlandı. Bunlardan biri de Sarajevo idi. Parti yöneticilerinin etkin olduğu bu süreçte 1946 yılında kurulan Sarajevo futbol kulübünün başarısı için atılan adımlardan ilki kentteki diğer takımın, yani Željezničar’ın en iyi oyuncularını Sarajevo saflarına katmak oldu. O günden beri mavi-beyazlı Željezničar’la, bordo-beyazlı Sarajevo arası pek de sıcak olmamıştır. Sarajevo Bosna’nın Yugoslav futbolundaki temsilcisi payesine erişmiş. Nitekim Sarajevonun iki, Željo’nun ise sadece bir tane Yugoslav ligi şampiyonluğu var. Bosna-Hersek liginde ise Željo üç kere Sarajevo ise sadece bir kere şampiyon olabilmiş. 1980’li yılların sonunda Yugoslavya’da kurulan taraftar grupları furyasına Bosna-Hersek’teki takımların taraftarları da katılmışlar. Hem Sarajevo taraftar grubu Horde Zla (şeytanlar ordusu) hem de Željezničar taraftar grubu Maniaki (çeviriye gerek görmüyoruz) 1987 yılında kurulmuş. Taraftar grupları kurulmadan önce Sarajevo taraftarları Pitari, Željezničar taraftarları ise Košpicari (okunuşu: koşpitsari) olarak anılırmış. Pitari “börekçi” anlamına geliyor. Yani börekçi dükkanı olan, geliri iyi, iyi model bir arabası, güzel bir evi olan anlamında kullanılıyor. Košpicari ise “çekirdekçi” demek. Bizdeki ”çekirdekçi” imajından farklı olarak, Košpicari ucuz spor giysilerle dolaşan, ufak tefek yasadışı işlerle yolunu bulmaya çalışan, ucuz olduğu için sürekli çekirdek çitleyen kişi anlamına geliyor. Günümüzde Sarajevo taraftarları için “pitari” hala kullanılsa da, Željezničar taraftarları için “košpicari” belki içerdiği olumsuz anlamdan dolayı, belki de artık Željezničar taraftarlarının Sarajevo taraftarlarına göre daha varlıklı ve eğitim düzeyi yüksek bir görünüm sunmasından dolayı pek rağbet görmüyor.

Željezničar son yıllarda yaşadığı iktisadi kriz nedeniyle Bosna-Hersek ligindeki eski günlerini özlüyor. Sezonun ilk devresini sondan dördüncü sırada tamamlayan mavi-beyazlılar ikinci devrenin ilk maçında Posušje karşısında aldıkları 7-1’lik galibiyetin verdiği hırsla daha da yukarılara tırmandılar. Hatta Saraybosna derbisinde Sarajevo’nun stadı Koševo’da oynanan maçı Saraybosna’nın attığı son dakika golüyle kaybettiler. Fakat, Željo’nun son yıllardaki bu zayıf durumu Maniaki’yi etkilemiş görünmüyor, bilakis sanki takımları şampiyonluk mücadelesi veriyormuş gibi her maçta olanca güçleriyle desteğe devam ediyor. Hatta kimi zaman şampiyonluk mücadelesi veren ve bu yazı yayınlandığında büyük ihtimalle şampiyonluğunu ilan etmiş olan Sarajevo taraftarlarından bile daha büyük bir destek bulabiliyor Željo. Bunun en önemli sebebi Željo’nun taraftarlarına sadece futbol değil, Sarajevo’ya nazaran daha net bir kimlik vaat etmesi.

Željezničar maçlarını Grbavica (Gırbavitsa) mahallesindeki aynı adlı stadyumunda oynuyor. Grbavica Stadyumu kentin en büyük ve önemli mahallelerinden birinin tam da ortasında yer almasıyla sadece maç saatlerinde değil, maç dışı günlerde ve saatlerde de stadyumun altında yer alan, market, hırdavat dükkanı, börekçi ve restoran gibi dükkanların varlığı sayesinde işlevselliğini koruyor. Dahası, stadyum apartman bloklarının tam da ortasında yer almasıyla mahalle sakinleri tarafından sahiplenilmiş durumda. Öte yandan, Sarajevo’nun maçlarını oynadığı 1984 Saraybosna Kış Olimpiyatları için inşa edilmiş olan Koševo ise kent merkezinden uzakta, maç saatleri dışında işlevsel olmayan bir konumda. Saraybosnalı gazeteci Senad Zaimović’in de tabiriyle, Sarajevo taraftarları Koševo’ya sanki tatile gidermiş gibi giderlerken, Željezničar taraftarları zaten gündelik yaşamlarında içselleştirdikleri bir stadyuma gitmiş oluyorlar. Mekan algılamasındaki bu farklılık, kimlik oluşumunda da etkisini gösteriyor. Bu arada, belirtmekte fayda var: Bizde olduğunun tersine, Saraybosna’da gündelik yaşamda takım kaşkollarıyla, formalarıyla ortalıkta dolaşan gençleri görmeniz neredeyse imkansız. Bunun nedeni, futbol taraftarlığına hemen hemen tüm Balkan ülkelerinde olduğu gibi Bosna-Hersek’te de hala “işsiz güçsüz, serseri takımı”nın uğraşı olarak bakma eğilimi hakim. Bu bakışın oluşmasında en büyük pay stadyumlarda yaşanan “ateşli” görüntüler.

24 Mart akşamı Oslo’daki Ullevaal Stadyumu Bosna-Hersek taraftarlarının meşale yağmuruyla adeta bir yangın yerine dönmüştü. Kameraların ara ara gösterdiği Norveçli taraftarlar yüzlerini ekşiterek bu barbarca görüntüye bakıyorlardı. İçlerinden geçeni okuyor gibiydim: “Allah’ın cezası Balkanlılar, burayı da memleketinize çevirdiniz!”. Oslo’daki olaylar kendiliğinden gelişmemişti. Maçın 35 dakika durmasını sağlayan ve NFSBiH’in protesto edildiği gösteri BH Fanaticos isimli bir taraftar grubu tarafından örgütlenmişti. Peki kimdir bu “BH Fanaticos”?

Bosna-Hersek futbolunun en özgün yönlerinden birisi de İskoçya’dakine benzer bir şekilde ulusal takımın da taraftar grubuna sahip olması. BH Fanaticos’un kuruluşuna ön ayak olanlar genelde diasporadaki Bosnalılar. Savaş sırasında göç etmiş olan Bosnalılar’ın çekirdeğini oluşturduğu BH Fanaticos’un, çoğu İskandinav ülkelerinde olmak üzere, birçok ülkede yıllık aidatını düzenli olarak ödeyen toplam 3000 kadar üyesi var. Bu üyelerin sadece 370’i Bosna-Hersek’ten ve öğrendiğimiz kadarıyla geçtiğimiz ay içinde Saraybosna’da antropolojik araştırma yapmaya gelen bir Türk akademisyen aidatını ödeyip üye olmuş gruba. BHF’nin yönetimi İsveç’te. BHF Bosna sorumlusu Dişçilik Fakültesi öğrencisi Nizar Altinawi bu durumun Bosna’daki BHF üyeleri için bir rahatsızlık yaratmadığını, işbölümünün çok iyi yapıldığını, taraftar gruplarındaki genel görünümün aksine BHF üyelerinin eğitim seviyelerinin yüksek olduğunu ve bu tarz sorunların gruplarında olmadığını belirtiyor.

2000 yılında kurulan BH Fanaticos özellikle Bosna-Hersek ulusal takımının yurtdışındaki maçlarında oldukça etkin. Nizar sadece yakın ülkelerdeki maçlara Bosna’dan katılım olduğunu belirtiyor. Örneğin Kişinev’deki Moldova maçına sadece Bosna’daki BHF üyeleri gitmiş. Moldova deplasmanının masraflarının yarısı diaspora tarafından karşılanmış. BHF’nin iktisadi açıdan işleri sıkı tuttuğu her halinden belli. Öyle ki, 22 Nisan 2007’de Saraybosna’da "Ljubica Ivezić" yetimhanesinde çıkan ve beş bebeğin hayatını kaybettiği yangın BHF’yi harekete geçirmiş. Şu sıralar yetimhaneye yardım toplamakla meşguller.

Saraybosnalı gazeteci Boro Kontić BHF’nin özellikle diasporadaki Bosnalı gençler için bir kimlik göstergesi olduğunu, kendilerini anavatana bağlayan bir araç olduğunu söylüyor. BHF sadece Boşnakları kapsamıyor. Üyeler arasında Bosnalı Sırp ve Hırvatlar da var. Fakat, şunu da eklemek gerekiyor: BHF’ye Bosna-Hersek’teki Sırp Cumhuriyeti’nden (RS) katılım yok. BHF’deki Sırplar Saraybosna, Tuzla, Zenica gibi Bosna-Hersek Federasyonu içinde yer alan bölgelerden geliyorlar. BHF sadece yurtdışında BiH ulusal takımı için verdiği destekle değil, NFSBiH ile yıldızının bir türlü barışmamasıyla dikkat çekiyor. www.bhfanaticos.com sitesinde yayınladıkları “Rat Savezi” (NFSBiH’e Savaş) başlıklı manifestoda da bunu açıkça ifade ediyorlar ve NFSBiH’in baştan aşağı yenilenmesini temel amaçları olarak ortaya koyuyorlar. Bunun için temel gerekçeleri ise şu anda NFSBiH’in yöneticilerinin siyaset kökenli olduğu, hiçbirinin futbol kökenli olmadığı. Dahası, NFSBiH yöneticilerini ulusal takımda oynayan futbolculardan haraç almakla suçluyorlar. Aynı nedenden dolayı şu anda BiH’in yurtdışındaki futbolcularından bir kısmı ulusal takımda oynamayı reddediyor. Nizar futbolu bırakan Elvir Boliç’i menejer, Barbarez’i ise teknik direktör olarak görmek istediklerini söylüyor. Özellikle Barbarez sadece BHF üyeleri arasında değil, Bosna’daki tüm futbolseverler tarafından ilah olarak görülüyor. Mostarlı olan ve Sırp-Boşnak bir aileden gelen Barbarez sadece oynadığı futbolla değil, Bosna’ya kendini adamış olmasıyla da taraftarların gönlünde taht kurmuş durumda. NFSBİH’in başkanlık divanının Yunanistan’a 0-4’ lük kaybedilen maç sonrasında “Ama 250.000 Avro para kazandık” şeklinde açıklama yapan Boşnak üyeye, BiH ulusal takımını sadece Türkiye’ye karşı oynadığı maçta destekleyeceğini söyleyen Sırp üyeye, Dünya kupasında ailece bayrak ve formalarla Hırvatistan ulusal takımını desteklemekten ve bunu kamuya göstermekten çekinmeyen Hırvat üyeye sahip olduğunu düşünürsek “adanmışlık” Bosnalı taraftarlar için oldukça önemli. “Frenkie & King Mire” tarafından seslendirilen ve BHF marşı olarak adlandırabileceğimiz “Rat Savezu” başlıklı şarkıda da belirtildiği gibi:

Kraljice Bosno nemoj se vise bojat'

(Bosnam, kraliçem, korkma artık)

mi smo tvoj stit i necemo te prodat'

(Senin koruyucu kalkanınız ve seni satmayacağız)

Oslo’da çıkan olaylar sonrasında NFSBiH 36,600 Avro tutarında bir ceza aldı. Bosna-Hersek’in bundan sonraki ilk maçı Türkiye ile. Nizar bireysel olarak bu maça geleceklerini ama BHF olarak maçı boykot edeceklerini belirtiyor. Maçı kim kazanır diye soruyorum. “Bizim kazanmamız lazım Türkiye ile beraber gruptan çıkabilmemiz için” diyor. BHF üyesi olan bir TC vatandaşı olarak maçı zaten “bizim” kazanacağımızı bilerek gülümsüyorum.

Yazının "pdf" (acrobat reader) formatlı "taslak" halini görmek için:

http://rapidshare.com/files/68617481/bosna.pdf

(siteyi açtıktan sonra gelen sayfanın en sonundaki “free” kısmını tıklayın. Yeni açılan sayfada hiçbir yere dokunmadan yaklaşık bir dakika bekleyin. Yeni açılan sayfada “here” yazan yere yukarıdaki harf ve rakamlardan oluşan kodu yazın ve yanındaki tuşa tıklayın.)