menemen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
menemen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Perşembe, Nisan 09, 2009

Kapımıza tüküreni severim

Bi tane belalım var-ki şu saat itibariyle hala belalım olduğunu tahmin ediyorum.Yıllardır ankara kazan, o kepçe, ben kazanda kalan son köfte, cebelleşir dururuz.

Televizyon yarışmalarına katılan insanların yüzde 99'unun dediği gibi; "Bir kamu kuruluşunda memur olarak çalışıyor" Etrafımdaki tipi kaymış, sol gözü tikli, donu pireli, yüzü yaralı, ağzı çimento kamyonu gibi küfürle yüklü insanlardan farklı; pantolonuna çamur bile sıçratmayan, işten eve giderken domates alan, yere düşmüş ekmeği öpüp duvar dibine koyan, ağız yapısından hayatında "eşşoleşşek" bile demediği anlaşılan temiz bir belalı.
Böylelerden de böyle aksiyonlar çıkabiliyormuş demekki. Belalı deyince illa bıçkın mı olacak?

Bir düğünde ortaya fırlamış omuzlarımı titrete titrete "pıtı pıtı pıtı pıtı çekirge, benim canım çekirge" halk dansını yapıyordum karşı karşıya geldik.
Gözlerini faltaşı gibi açtı, içinde "çocuklarının babası, evinin direği olacağım" ışığını gördüm. Ani bir dönüşle omuzlarımı titrete titrete, arada arkamı yoklayarak, bir çekirge sıçraklığıyla başka tarafa doğru topukladım.
Malesef birisinin beni sevdiğini farkedersem ondan muhakkak kaçarım. Sevilmekten çok korkarım, sevilmek dağdan yuvarlanan küçük bir kartopu gibidir, büyüdükçe çığ olur ve altında kalanlar ölür, ölenlerden biride sen. Bu sadece aşk içinde geçerli değil, herhangi bir sevgide de bu geçerli. Makul bir sevgi için kartopunu dağdan yuvarlamayacaksın.

Ertesi günden sonra başladı bi kovalamaca. Bütün caddelerden, sokaklarlardan, kuytulardan, çöplük arkalarından karşıma çıkıyor ve memur memur gülümsüyor. Arabesk, fantezi dinliyor, papatya topluyor (görmedim ama hissettim) saçını düzgün tarıyor, temiz görünüyor, elleri benimkinden güzel, ayakkabısı boyalı...yani benim üstüne para verirlerse ancak sevebileceğim biri. Bilse ki; üstü başı özensiz olsa, saçını taramasa, traş olmasa, ayakkabısı kirli görünse, fazla gülümsemeyip kapımıza tükürse, birde kardeşime sağlam bi dayak çekse ben onun peşine düşeceğim, hatta peşini bırakmam için bana küfür etse...ah ah nerdeee kalmadı dünyada böyle iyi insan.

Bazen gezgiç ablamla haber yolluyor (gezgiç: akşama kadar kapı kapı dolanan dişi türü) Radyodaki şu proğramı açsın ona şarkı istedim diye. Öyle elimin ucuyla "öffff buda yanee kendi kendine şey oluyor" diye açıyorum, gelen şarkı mahsun kırmızıgül'den
(kılibi ve mahsunu düşünerek okursan)
belalım, yaban çiçeğim
belalım, aşkım gerçeğim
belalım, tek sevdiceğim
belalım, ah yaaaralım
Böyle bana yaban çiçeğim, gardelenim, şark bülbülüm dedikçe bende sol gözü tiklilerin tarafına kayıyorum. Eğer bir suç işleyip hapse tıkılsam ankara'nın altını köstebek yuvasına çevirecek kadar tünel kazma potansiyeli birikiyor. Belki ona GBT kayıtlarımı göstersem, benden olsa olsa et yiyen çiçek olacağını anlayacak.

Ablamın neden bu kadar çok sevgilisi olduğunu bu günlerde daha net anladım. O kendisinden hoşlanan herkesten hoşlanır; birine mektup yollar, ötekine saç teli, berikine kokulu öpücük, ötekine daha başka bişey. Bense benden hoşlanmayıp ablamdan hoşlananları, yaşı büyük olanları, suç işlemişleri ve ölmüşleri severim. En iyi sevgili, ölmüş sevgilidir hatta velakin, zararsız, sessiz, oh mis.
Alışmış kudurmuştan beterdir sözünüde severim, pek çok severim. Bence kendimin özeti bu deyim. Sevmenin neye benzediğini doğru kaynaklardan öğrenmeyince, seven adam sevdiğini belli etmez, adam gibi adam olur, hayt, huyt, oştt edebiyatını fazla alınca sevilmeyi böyle anlamsız kurallarla anlamlandırdım. Ben bile kendilerinden bişey anlamadım o da var.

Salı, Ocak 20, 2009

Sosyeteye girememiş köylü güzeli

O Bizim sülalemizin everest tepesi, kızılderili reisi oturan boğası, rahmetli Bekir amcam ki biz ona ağam derdik, yaşadığı sürece her yıl yaz sonlarını onun yanında köyde geçirdik.

Köye gidince nasıl bir karşılamanın bizi beklediğini iyi bildiğimizden işi abartır Ankara için süslenmediğimiz kadar köye süsleniriz. Hiç giyemeyeceğimiz topuklular, payetli çantalar, straz taşlı küpeler bavula doldurulur. Amacımız sonradan olma şehirli kız vazifemizi ilelebet muhafaza ve müdafa etmektir. Ankara'lı naylon leydi Diana'lar olarak köye bir giriş gireriz farkedilmememiz olanaksızdır, 100 metreden şam şam şakır, efil efil eseriz. Sanki mübarek keçi boklu köy yolu değil de Paris'te podyum.

Tarihi yerleri ziyarete gelmiş Avrupa'lı turistler gibi etrafı ecnebi gözlerle izler, her sene geldiğimiz köyü ilk defa görüp, pek bi hayret, pek bi cık cık cık ederiz. İki gün sonra ebemizin cık cıkını görürüz, o ayrı.
Köyde ne kadar oğlan, tavuk, cücük, püsük varsa peşimize takılır olurlar sana Bremen mızıkacıları. Zaten istediğimiz de bu, tüm ilgi bize olsun, bizi pamuklara sarmalar sarsınlar, enteresan bulsunlar, inceleye inceleye bitiremesinler.
İlk bir kaç gün tepkilerimiz rol icabıdır, bir tepki bu kadar sahtekar olur; Ayyy kedi bana bakıyoor, o öten ne inek mi ? köyünüz peynir kokuyor, bu küçük şeyler yoksa yoksa sinek mi ??!! Oysa tam o esnada Ankara'da ki evimizde lağam fareleri geçit töreni yapıyordur.

Halamın oğlu Atilla adet etmiş daha iki dakka soluklanmadan "hadi seni eşşeğe bindiriyim, ata bindiriyim" diye sürükleye sürükleye evden kaçırır. Arkamızda bir kamyon mızıkacı, eşeğe binemememe turlarına başlarım. Genelde eşeğin bu tarafından binip öteki tarafından düşerim, bizimkiler binmeme değil de düşmeme bayılırlar. Düşerken nasıl göründüğüm umurumda değil kendimi işime vermişim, o eşeğe binilecek o kaddar.
Eşeğe tersten binmek en zor olan kategori. Bir kere hayvanın kafa arkada kalıyor (doğal olarak) tutunacak bir şey arıyorsun, o zamanda eline boklu kuyruğu geliyor onu tutayım derken hayvan senden işkillenip şaha kalkıyor tepe üstü gidiyorsun. Burada Nasrettin hocayı saygıyla anıyorum, çok zor bir olayı gerçekleştirmiş, belki de sırf bu yüzden adını tarihe yazdırdı.

Eşekle cebelleşme bitince traktöre sıra gelir. Traktör kullanması zevkli ama o tekerin üstü varya o tekerin üstü ! Oraya bindiğinde o kadar sallanıyorsun ki iç organların yer değiştiriyor, böbreğin burnundan çıkıyor, memelerine yoğurt doldurulsa yayık ayranı üretirsin, köylü kadınlara ek bir gelir kapısı. Bazen aklıma düşer, her yıl sobadan zehirlenen, mantardan zehirlenen olur da neden traktörün üzerinde titreşmekten zehirlenen olmaz ? Bence bu araştırılmalı mutlaka vardır.

Bir kaç gün bu cicim günleri sürer, bir sabah baron elinde kırbacıyla kapıda belirir.
-Galkın laan yılkının dölleri !!! köyy yan gelip yatma yeri deeldir!! doooru tarlaya !
Havamız o biçim inmiş, bacaklarımızda şalvar 2 gün önce tepeden baktığımız yaşıtlarımızın arasında mercimek yolmaya gideriz. O kızlar o kadar sorunsuz, o kadar dayanıklılar ki biz bir kaç saat içinde tarlanın bütün disiplinini bozarız. Kasıklarımıza kadar karınca ısırır, kirpinin üzerine otururuz, akrep kovalar, içimize örümcek girer, herşeyi yılan sanırız, susarız, terleriz, ağlarız nihayetinde tarladan değnekle kovalarlar.

Her yıl prensesler gibi süslenip, saçımızı attıra attıra geldiğimiz köyden, kara kara yanmış, envai çeşit böcek tarafından ısırılmış, tırnaklarımız kırık, saçımız örülü, içi saman dolu, ayağımızda yırtık hamam terliği Ankara'nın yolunu tutar ve beklenen cümleyi kurarız
-Bir dahaaaa beniii bu köye kimse getiremez, ııh aslaa

Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum

     Uzun zaman ara verince nasıl başlanır bilirsin "bloguma uzun zamandır yazmıyordum bir uğrayayım dedim, özlemişim..." f...