sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
sevgi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Srebrenica Don't Forget! 11.07.1995


Srebrenitsa'yı unutma!

Bundan tam 16 yıl önceydi. Avrupa' nın göbeğinde bir insalık suçu işlendi ki o suç kıyamete kadar insanoğlunun alnında bir leke olarak kalacak. Hatırladıkça ürperiyorum.

8372 kişi öldürüldü.
Onlarca bebek...
Onlarcası minicik çocuk ve onlarcası daha anne karnındaydı...
Yüzlerce erkek ve kadın...
Sadece etnik kökeni yüzünden acımasızca öldürüldüler.

İleride oğluma anlatmam gerekenlerden biri de bu trajedi, ne yazık ki. İnsanların sadece etnik kökeni farklı diye diğerini yok ettiği bir trajedi. Çok yazık.

Tanrı dünyaya bir daha bu kaderi yazmaz umarım.

Srebrenitsa 11.07.1995!Unutmayalım.

...unutulacak gibi değil

6 Mayıs 2011 Cuma

Yeniden canlanıyorum

Ata 3 gün sonra 20 aylık olacak.

Dün sabah beni "anneeeeeeeeee" diye uyandırınca, birden bütün gece uyanmadığını ve hepimizin deliksiz uyuduğunu farkettim. Aman allahım ben 20 ay sonra geceden sabaha kadar deliksiz uyudum. Olamaz, olamaz. Aman allahım, diyerek kalktım yataktan. Ata' yı kucakladım, yanıma aldım. Sonra sabah kıkırdaşmalarımızı yaptık vesaire.

Mutfağa geçip omletini hazırlamaya başladığımda kafamda yine aynı şey vardı; vay be, bütün gece uyudu,uyudum, uyuduk. Ata oyuncaklarını salona taşıyıp evi dağıtma mesaisine başlarken ben de meyve suyunu ve omletini hazırladım bir yandan.

Geçen sene öyle miydi ya?

Mutfakta 2 dakikada yemek hazırlama becerisi geliştirmeye çalıştım ilk aylar. Ağladı mı? Döndü mü? Ağzına bir şey mi attı? Nerede? Sesi çıkmıyor, dur bir bakayım... Ne yemek yaptığımı anlardım ne de Ata yalnız kaldığını anlardı. Zaten % 90 slingle üzerime bağlayıp öyle karıştırdım çorbaları... Küçük yamak adını takmıştım kendisine. Şimdilerde çok güzel çorba karıştırıyor mesela. Ata' ya beceri edindirdik "yokluk" sayesinde :)))

Bundan bir kaç ay öncesine kadar çekilen fotoğrafların yaklaşık tamamında taş devri mağara kadınları gibiyim. Taran(a)mamış yada kötü bir şekilde toplanmış saçlar, belirgin göz altı torbaları, solgun bir yüz, tenime neredeyse yapışmak üzere olan pijamalarım, berbat renk uyumu ve yorgun, gülümsemeye mecali kalmamış bir yüz ifadesi.

Baktıkça ağlamak geliyor içimden.

Ailem İzmir'de yaşıyor, ben ise İstanbul'dayım. Ata' yı doğururken kimseye "bakar mısın" demedim. Anneme bile... Biliyordum çok zor olacağını, yalnız kalacağımı, destek ekibin olmayacağını... biliyordum. Güya hazırlıklıydım ama kazın ayağı öyle değilmiş. Lohusalık diye bir şey varmış ve o lohusalık kalabalıkla hafiflermiş. Bunu çok net tecrübe ettim.

Kolik bir bebekle sabahtan akşama kadar oda oda dolaşıp, sakinleştiremediğim için salya sümük pencere önlerinde ağladığımı bilirim. Karşı apartmana bakıp bakıp, "keşke şurada tanıdık biri otursaydı" diye iç geçirdiğimi de... Hani oğlumu alıp gitsem 2 dakika dünyam değişecek ama yok.

Kimse yoktu etrafımda. Kimse..! Ve çok zordu.

Oğlum 9 aylık olana kadar neredeyse bu böyle sürdü. Sonunda "yaz geldi, ben var İzmir'e gitmek kocacım" deyip memleketime gittim. Oradaki onlarca akrabamın Ata' yı gezdirmek, onunla oynamak, sevmek ve zaman geçirmek için deli olduğunu biliyordum. Kendimi de düşündüm. Dedesi, annannesi onunla oynarken ben de 1 saat kestirebilecek, adam gibi kahvaltı yapabilecek, biraz nefes alabilecektim.

Öyle de oldu.

Kahvaltıdan üzerine şekerleme yapmanın keyfini asla unutmayacağım.

Ayrıca ev temizliği, ütü, yemek gibi dertlerin hepsini rafa kaldırınca ayağımı uzatıp dergi okumanın, kahve içip laflamanın tadını yeniden hatırladım. Ağlayınca, sıkılınca, oyun isteyince, acıkınca, yıkamak gerektiğinde tek başıma değildim. Annanne, dede, dayı, yenge, kuzenler, büyük halalar, enişteler, büyük büyük annelerden oluşan bir kalabalık destekçim vardı.

Anneliğimin 1. yılının son aylarını bu şekilde geçirince sıyırmaya ramak kala toparlamaya başladım.

İstanbul' a döndüğümde artık yavaş yavaş yürüyen, derdini anlatmaya çalışan, daha çok oyun oynayan bir çocuk vardı yanımda.

Yakın dostum Ayşegül' ün oğlu Ata' dan 6 ay büyük. Bana 6 yıl büyükmüş gibi geliyor aslında. Ata doğduğunda o oturuyordu. Ata diş çıkardığında o konuşuyordu. Ata yürüdüğünde o koşuyordu. Bu farkı gördükçe Ata yı öyle hayal edemiyordum. Bundan bir kaç ay önce şöyle demişti bana:

"1.5 yaş güzelim, işte beklemen gereken zaman bu. 18 aylık olduktan sonra kendi kendine oynayan, bir şekilde ne istediğni ifade edebilen, daha olgun bir bebek olacak karşında, sık dişini."

Hakikaten öyleymiş.

Gece uyuyan, kendini yarım yamalak da olsa ifade etmeye çalışan, yemeğini tek başına yemek isteyen, annesinin mutfağını darmadağın eden, evde ne kadar ayakkabı varsa hepsini salonun ortasında giymeyi seven , arabalarıyla uzuuuun uzun oynayan, çoğu zaman kendine yetmeye çalışan bir çocuk var karşımda.

Tabi 3.5 dakikada bir "annneeeeeeeeee" diyerek koşarak bacağıma sarılamalarını, beni tuvalette dahi yalnız bırakmak istememesini, iş yaparken kucak istemesini, elimden tutup var gücüyle çekerek "yego"larının başına oturtmasını saymazsak :)

Çalışmaya başlayınca ev, yemek, Ata, ütü, ... dertlerinden epey sıyrıldım. Para kazanmaya başlayınca vitrinleri daha iyi inceler oldum. İş öncesi yada okul çıkışı föne, maniküre daha sık zaman ayırır oldum. Projelerimi yazıp uygulamaya vakit buldukça, biraz rimel hafif allık sürünce, Ata'yı salona bırakıp mutfakta daralmadan, bayılmadan birşeyler pişirdikçe, akşam olduğunda moda dergilerini karıştırdıkça yeniden canlandığımı hissediyorum. Saçımla başımla, dolabımla, çorabımla, rujumla ilgilenebildikçe gevşediğimi hissediyorum.

Belime kadar olan saçlarımı omuzlarımda kestirdim, pişman değilim, bilakis :)))

Zor bir dönem geride kaldı.


Acaba ben bu rahata çok fazla alışmasam mı? Ne yapsam?


Bunu da düşünmeden edemiyorum, iyi mi?

5 Mayıs 2011 Perşembe

Teşekkür ederim oğlum

Günlerdir ayaklarım yere basmıyor desem... Düşündükçe, hatırladıkça mutluluk fışkırıyor benden.

Salı günü kuaföre gidip saçımı yenilemiştim. Boyuyla, rengiyle... Belime kadardılar ancak uzun süren yatak istirahati sırasında "artık fazlalık" gözüyle bakmaya başladım. İlk fırsatta da gidip kestirdim bir güzel.

Eve geldiğimde Ata bunu hemen farketti. A-aaaa, diye hayretlerini bildirdi hatta. Yüzündeki mutluluk ifadesi artıyor gibiydi ki; akşama doğru şakalaşırken birden boynuma sıkı sıkı sarılmaya başladı. Ardından öpücükler geldi :) Ben ise ne olduğunu anlamaya çalışırken kendimi mutluluktan uçarken buldum. Tesadüf bu ya, o sırada elimde telefon vardı ve fotoğraflarımızı çekmeye çalışıyordum. Tarihe yamuk yumuk ve de eğri bulanık geçecek bu mutluluk karelerine baktıkça, hatırladıkça ayaklarım yerden kesiliyor.

O küçücük kalpteki sevgiyi, o minik ellerdeki şefkati, Ata' nın içindeki anne sevgisini hiç bıu kadar net hissetmemiştim. Aman allahım, muhteşem bir duyguymuş. Sonsuza kadar unutmayacağım. İçime nakış gibi işledi hepsi.

Oysa ben meme vermediğim için bana kızgın olduğunu, üzgün olduğunu düşünüyordum Ata' nın. Gidip not defterimize şunları yazdım;

"Meğer sen ne kadar affedici, ne kadar derin duyguları olan, yüreği sıcacık bir küçük adammışsın, canım yavrum. Belki de ben senden daha fazla üzüldüm meme veremediğime, bilemiyorum ama artık bunun hiçbir önemi kalmadı. Çünkü sen bana sarıldın, sevdin, öptün güzel bebeğim."

Seni yeni yeni tanımaya başlıyorum galiba...

Şimdiye kadar aldığım en güzel hediye sendin ve yine en güzel hediyeyi sen verdin.

Teşekkür ederim oğlum, çok teşekkür ederim."

28 Nisan 2011 Perşembe

Artık fiziksel olarak anne değilim, ama...

İlk gün:

Bundan 1o gün önceydi; doktora gittim, inceledi, baktı etti ve yapılması gerekenleri anlatırken "artık emziremezsiniz" deyince şoka girip, "durun ben bunu bir düşüneyim" gibi garip bir laf etmiştim. Sanki düşününce anında iyileşecekmişim gibi gelmişti, ne yapayım. Çaresizlik işte. Sonra eşime ve doktorun yüzüne bekıp "ben buna hazır değilim" Ata hiç değil. O ana kadar emzirme odası aramış, 1 metre karelik bir odacığın önündeki izdahamı görüp arkamıza bakmadan kaçmıştık. Bu nedenle Ata hala daha "meme meme meme" diye sayıklıyordu.

Çıktık; meme diye yolda yakamı bağrımı yoldu.
Eve geldik; meme diye üstümü paraladı.
Uykusu geldi ; meme diye ağladı.
Artık dayanamadım ben de ağlamaya başladım. İlaçları içmiştim çoktan. Artık süt veremezdim. Kayınvalidem aldı, kucakladı ve uyuttu.

Akşama kadar ara ara başıma gelip, "anne meme" dedi bir kaç kez. Öpüp koklayıp şakalaştım önce. Kendimi geceye hazırlamak zorundaydım bir yandan.

Dırırırırırımmm! Gece oldu. Oğlum, yavrum, canım, bebeğim "anne meme" diye ağlamaklı bir sesle yanıma geldi. Kucakladım, göğsüme yatırdım. Çok yumuşak bir sesle konuşmaya başladım.
-"Ata'cığım, hatırlıyor musun, bugün doktora gittik. İlaç verdi, artık Ata'ya süt veremezsiniz, ilaçlar yüzünden hasta olur, dedi. Sonra seni kucağına aldı, sevdi, sarıldı" ... Hatırlıyor musun annecim?
-Ata: ( ağlayarak )Doktor..... meme meme memmmmeeee mmeeemmmmmeeeeee
....!!!!

Baktım ki oğlum "ben anlamam! banane! meme!" diyor...

-"Atacım, ağlamakta çok haklısın bir tanem. Ben olsam ben de ağlardım. Ah canım yavrum. Ağlamana dayanamıyorum ama şimdi kollarımdasın. İstediğin kadar ağlayabilirsin. İstediğin kadar bana kızabilirsin. Çok haklısın bir tanem. Kollarımdasın, seni hiç bırakmıyorum. Sana sarılıyorum, seni öpüyorum, kokluyorum. Seni çok seviyorum. Meme vermediğim için seni sevmiyorum sanma. Seni çok seviyorum. Ağla bebeğim, peki... Ağla..."
-Ata: "peki, peki, peki, peki, annnnneeeee, ühüüüü, memeeeeeeeeeee...."

Bu ağlama 15 dakika kadar sürdü sonra uykuya daldı. Sabah kadar göğsümden indirmedim.

İkinci gün

İlk gün kadar net hatırlamıyorum aslında. Ancak her istediğinde doktorun dediklerini, artık veremeyeceğimi, onu çok sevdiğimi... kucağıma alıp sıkı sıkı sarılarak anlattım. Ağlamasını, verdiği bütün tepkileri saygıyla kabul ettim. Gece yine göğsümde ağlayarak uyudu. Ama biraz daha kısaydı belki; fakat ilk günkü gibi derinden sızlatmıştı kalbimi. Sonra aklıma komik tekerlemeler, kısacık bir dandini dandini, ardından apartmanın içinde ve dışında kim varsa uyku yoklaması çekme fikri geldi.

Üçüncü, dördüncü, beşinci, altıncı ve yedinci günlerde bunu uyguladım. Babanne uyumuş, Semen Abla uyumuş, Avukat amca uyumuş, Aysel teyze uyumuş, Dilek Hanım uyumuş, Yelda uyumuş.... apartmanda kim varsa fısıldayarak saydım. Sonra alt kattaki veterinerdeki 10 tane yavru kediye isim takarak şaşmaz bir sırayla saydım. Bıcır uyumuş, gıcır uyumuuuşşş, minnoş uyumuşşş... sonunda bir kaç kez meme isteyip uyumaya geçti. Ama bu formül acayip işe yaradı. Sanırım her defasında memesiz uyuması gerektiğini anladı. Dördünce gece miydi, tam hatırlamıyorum. Kucağıma alır almaz; "Semen???" dedi. Uyumuş Atacığım, "Bababi(babanne)???" "uyumuş" dedim. Sonra bir baktım benim Ata uyumuuuuşşşş. Süper! Bu uyku yoklamasını çok sevdi ve kendini iyi hissediyor. Bu hep birlikte uyuma sloganı çok işe yaradı. Zaten tam zamanıydı.

Son günlerde ise "Atacığım hadi hep beraber uyuyalım" diyorum. Birbirimize sarılıyoruz. Biraz ninni söyleyip ardından kısa bir uyku yoklamasıyla uykuya dalıyoruz. Masaj yapmak da iyi bir formül.

2009 yılının ilk günlerinde öğrenmiştim hamile olduğumu.Hamilelikti, emzirmeydi derken neredeyse dolu dolu 2.5 yıl canımla kanımla sütümle Atacığıma annelik yapmaya çalıştım. Şimdi, artık, fiziksel olarak anne değilim ama Ata' nın kendi kendine uyumaya başlaması ve bunun onda yarattığı olumlu değişimi görmek garip bir gurur veriyor bana.

Annelik böyle bir şey galiba; En ufak şeye sevinmekle başlayan bir kişilik olmak...