Sayfalar

Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Müzik etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

23.03.2019

Söyle.......


Papatya mevsimi geldi değil mi? Belki de geçiyor yine içerilerde hapsolup çalışıyor ve yaşıyorum. Yok yok masamda görmek istemiyorum. Azıcık çeksem dipteki solucanıyla yaşadığı yerde olayım. 'pardon' diye ittirerek toprağa.


27.01.2015

Şarkılı Meydan Okuma 2


Bizim koca ile beraberliğimizde Edip Cansever ve Blanca çok mühimdir. Ben ona Yüksel Caddesi'nde evindeki kitaplardan birkaçını satarken rastlamıştım. (parasızlıktan) Ertesi gün Teyzem tanıştırdı meğer arkadaşlarmış. Ben ondan Edip Cansever kitabı istedim o bana 'Ülke ve Özgürlük' filmini anlattı. Oradaki bir karaktere benzediğimi söyledi. 



Bol üşümeli, yorgun halimle benziyor muyum acaba :)
Sonrası günlerce şiir sohbeti ve filmi izlemem. Galiba koca yaşlılığımı öngörmüş bence filmdeki halinden daha çok aşağıdaki haline benziyorum. Onun kadar güzel değilim tabi :)
Son zamanlarda diyeceklerimi biraz dolaylı mı anlatıyorum nedir? Aslında tamamen çağrışımlardan kaynaklı. Zihnin Arka Sokakları'nın meydan okuması neden oldu. Bugün soru; 'çıktığında radyonun sesini açtığınız şarkı hangisi?' Genellikle cd var ve sıralarını ezberleyecek kadar uzun süre dinliyorum.  Filmin bir sahnesinde Enternasyonal Marşı'nı söylüyorlardı çokk uzun zaman o haliyle dinledik.  İda da çok sever. Ama İda için Ederlezi çok başka oldu hep. Ederlezi dinlerken onu gizlice çektiğim video var akşam bulmayı deneyeceğim. Bir yerinde kendinden geçiyor. Evde en çok Ederlezi de ses yükselir.
Yıllardır hangi cd yaparsak yapalım çerisinde hep yer alan ve sesi sonuna dek açtığım şarkı aşağıdaki şarkıdır :)

Bir de usul usul giderken başlatıp müzikle hızlandığım şarkılarım var Feridun Düzağaç Tek Başına
Yasemin Göksu 'nun birkaç parçası. Benim cd'lerimden birini bulan sanırım dinlemez. Türkü ardından Metallica olabiliyor çünkü.  Metin - Kemal Kahraman Eskicisi ile ağlayarak yol alabilirim  Genellikle otoban kullandığım için rahatım:) Günün saatine göre değişiyor öne aldığım şarkı veya türkü ama hele hele arabada müzik olmazsa olmaz.
Bu şarkı göz kapamayı gerektiriyor benim için özellikle bazı yerleri o nedenle evde dinlemek lazım.
Bir de bu şarkı var ki yarın akşam canlı canlı dinleyebileceğim için ayrıca mest olmuş vaziyetteyim daha dinlemeden üstelik.
Cem Adrian'ı unuttum. Koca sevmiyor o olmadığı zamanlarda patlatıyorum. 


10.12.2014

Bir Konser, Bir Kitap Bir de Kara Kız




Geçtiğimiz cuma günü Congresium Ankara da Farid Farjad dinleme şerefine nail olduk. (Dilimi,elimi alıştırayım ağdalı kelimelere sonra zorlanmayayım) İş çıkışı eve git-gel olmasın diye erkenden gittik konser yerine. 21'de başlayacağı için epeyce vaktimiz vardı. Şans hediyelik eşya fuarı varmış yöresel yiyecekler ve yöresel el sanatları vs.
Farid Farjad'ı eskiden çok çok severdim. Hala da severim ama saçma sapan aşk siteleri var ya ergenler için oralardan slaytlar paylaşan face kullanıcıları yüzünden eskisi kadar dinlemez olmuştum. (Buradan sesleniyorum özellikle benim jenerasyona paylaşmayın o slaytları) Eşim 'belki de bir daha dinleme şansımız olmaz çok yaşlı' dediği için kaçırmak istemedi iyi de yaptı. Ruhum müziğe, midem çiğ köfteye teslim (Urfa standından aldım dayanamadım) şahane bir konserdi. Bir iki ufak detay dışında. Salonun ses sistemindeki aksama, hiç susmayan yan koltuk sakini (sakin demek de tuhaf oldu) ve 1 saat 40 dk. süren bir konserde tahmin ediyorum çişini tutamayan yetişkinler. Haftalar öncesinden bilet almışsınız, epey de para vermişsiniz hacim olarak koltukları da doldurmuşsunuz 76 yaşındaki adam o kadar zaman ayakta keman çalıyor size ne oldu da geziniyorsunuz? (diye bağırdım içimden) Neticede şahane bir performanstı. Bir ara gözlerimi kapattım ve sadece bana çaldığını hayal ettim bu daha mest ediciydi. Bencillik sanat manat dinlemiyor. Bir yerlerden pörtleyip çıkıyor arada :)
Gelelim kitaba;
Geçen hafta hayranlıkla okuduğum Hasan Ali Toptaş'ın Ölü Zaman Gezginleri'ni de aynı ilgi ve zevkle okudum. Kısa kısa öyküler var ve her biri bir diğerinden güzel. Genel olarak hüzünlü biten öyküler. Daha önceki yorumda denildiği gibi tüm kitaplarını okuma kararı aldım. (Ne çok okunacak şey var) O kadar çok çizdim ki çizilmeyen yerler çizdiklerimden daha az. Daha önce sanırım yazmıştım altı çizilen yerlerin paylaşılmasını angarya görenler var ama ben tam tersi çok faydalı buluyorum bunu. Zamanım yettiği kadar paylaşmak taraftarıyım. Bir tek cümle bir kitabın sebebi olabiliyor fikrindeyim. Ama yine de hepsini aktarmam mümkün olmayacak.

'O gün Tanrı'nın kendine sorduğu en zor bilmeceydin sen ve ben çözmek bana düşmüş gibi sevinçliydim. ...
Parmakların her yana dağılan sorulardı ve küçük değişikliklerle süslenmeyecek kdar büyüktün' (sayfa 9)

'Balkondaki birlikteliğimiz ayrılığı besliyordu hiç kuşkusuz ve biz susuyorduk. Dalıp gitmeler, birbirimize doğru eriyip akarcasına gülümsemeler, kirpik düşürüp kaş kaldırmalar sözlerden daha anlamlıydı. Kuralsız bir tapınışı sürdürüyorduk belki' (sayfa 11)

'Kim bilir, istesek zamanın dışına bile çıkabilirdik seninle' (Sayfa 11)

'Göğün mavisine dönüşe dönüşe gözden yiterken, sen bakmışsındır arkamdan' (sayfa 12)

'Gene de, içtiğim çaylara şeker diye kimi zaman bir çift balon attığım oluyor.' (sayfa 12)

'İnsan her an bir kavşaktaydı; gördüğü, dokunduğu, yaşadığı, yaşayamadığı ne varsa onlara yaslanarak ya o yolu seçecekti, ya da ötekini. Tabi bu seçim yalnızca belirlenen yolun gidiş yönünü göstermiyor, aynı zamanda ileride, yönlerin düğümleneceği başka kavşakların kadarini de çiziyordu.' (sayfa 16-17)

'Susuyorduk gene, susacaktık; dağ hangi boşluğumuzu dolduruyor, susmak bizi nereden eksiltip nereye biriktiriyor ve bu sis hangi çıplaklığımızı örtüyor, hiç bilemeyecektik. Her şeyi bilmek için erkendi belki, bilmeler yaşamalardan geçerdi ve biz önce yaşayacaktık.' (sayfa 69)

'Kimi zaman, sana diyeceklerimi tutup onlara desem diyorum, sana susacaklarımı onlara sussam, sonra sen gelip bir sazan seçsen söz gelimi, kırmızı bir çekime kapılıp gene o bakkaldan bir şişe şarap alsan ve yavaş yavaş eve doğru yürüsen... ' (sayfa 75)

'Gitmek fiilinin altını çift çizgiyle en güzel trenler çizebilirmiş ona göre' (Not : işte bu cümle bambaşkaydı çünkü  tren giderken başka giden araçlardakine benzemeyen bir acı duyarım. Çok benzettim hislerime. ) (sayfa 90)

'odam ağzına kadar fısıltı doluydu. İnsanı her yana iten, diken diken fısıltılar. Tavandan heceler damlamıştı yastığımın üzerine.' (Sayfa 110)

'Hıçkırıklar, perdeleri titreten öfkeler ve oradan oraya savrulan küfürlerle eşyaları biz de beslemiştik yıllarca. Şimdi sessizliğimizi emiyorlar. Çünkü öfkeli bir pişmanlık tanrıçası gibi gezinip durmaktan usandım da, bütün seslerimi içime topladım artık ben' (sayfa 115)

'Önce gözleri buluşur ya insanların, ben ısrarla ellerine bakıyorum' (sayfa 118)




Şimdi de Kara kız;
Zeytin bize biz ona alıştık. Hiç ağlamıyor artık geceleri. O kadar neşeli ki oradan oraya zıplıyor. Merhamet benim için en önemli duygulardan biridir. Çok eskiden beri sayfamı bilenler merhametli bir çocuk yetiştirmek istediğimi defalarca okumuştur. Anladım ki bu belki biraz çocuğun doğası ile ama genel olarak da öğretilerek olabiliyormuş. Eşim köyde büyümüş hayvanlarla iç içe. Bense hayatım boyunca karıncadan bile korktum. Hatta birkaç kez tanık olmuşsunuzdur örgüt üyesi olsaymışım bir hamam böceği, bir örümceğe bülbül gibi şakırmışım. (akrep oyununu aklıma getirdi) Ama hiç bir zaman nefretle bakmadım. Korktum sadace hala da korkarım. 
Zeytin'in bakım, temizlik vs işlerini İda'ya yüklemedim. Bunu şu nedenle yaptım. Gönülden bağlanmadan vazgeçmesi çok mümkün olabilir diye düşündüm. O bizim ev halkından olduğundan beri hiç oturmadan temizliği, bakımı (odanın) oyunu ile ilgileniyorum. Ama İda'yı ufaktan dahil ede ede. Bugün beni aradı okul dönüşü 'anne odada tehlikeli bir şey yoktu değil mi ben çıkınca siz de baktınız mı' dedi. Aklına takılmış öyle diyor.  Öylesine seviyor ki İda da ben de Zeytin bizi ısıracak diye korkmuyoruz da biz onu ısırıp canını yakacağız diye endişeleniyoruz. Artık gönülden de bağlandığını biliyorum. İda 3 ay köyde kalıp dönünce karpuz kabuğu biriktiren bir çocuk ineklere vereceğini düşünerek :)
Şimdi yol boyu sokak köpeklerine bakıyor, Zeytin büyüsün bir de beyaz alalım adı Peynir olsun o da büyüsün bir de kahverengi alalım simit olsun diyor :)
Çocuk büyütmek kadar meşakkatli bir işmiş. Şunu düşünüyorum çocuğumuz hastalansa kapı kapı dolaşıp çare arıyoruz o doktor mu iyi şu mu iyi diye diye. Bir çocuğun ruhuna da iyi gelecek şeyler için ne kadar çaba harcıyorduk? Zaman geçirmek, isteklerini karşılamak spor vs. dışında da gelişim için ne kadar çok şey kattığını 4 yaz üst üste köye giden oğlumla gördüm ben. Bambaşka bakar oldu çevresindeki canlılara. Ve o çok önemsediğim şey merhamet hayvan sevgisi ile koşa koşa geldi. Ev kokacakmış, kirlenecekmiş miş miş umrumda bile değil. Tablet yasağı olmayan pazar sabahını eline tableti alıp saçma sapan oyunlar oynayan bir çocuk bu pazar uyandığımızda Zeytin'i kucağına almış konuşuyordu. daha ne olsun ki?

Ne yazık ki şu kısacık Zeytinli hayatımızda şunu da gördüm ki genel olarak Türk halkının hayvan sevgisi mangal üzerinde, tava içindeki hayvanaymış. Yiyebildiği sürece her hayvan güzelmiş. Vejeteryan bir koca, hayvansever bir evlat ile bunu gördüm ya ne diyeyim ki. Daha yeni evinize hayvan mı aldınız, yeni diktirdiğin perdeleri yırtarsa, koltuğu kemirirse............evet bunların çoğu olacak biliyorum deneyimli arkadaşlar da söylüyor. Apartman yaşamı içerisinde tek çocuk olmaktan da kaynaklı yalnızlaşan oğlumdan daha kıymetli değil hiçbir şey.
Kısacası biz Zeytinden vazgeçmeyi düşünmüyoruz. Umuyorum ki o da bizden vazgeçmez.


14.11.2014

'Aylak'ım Ben'

Aylak Adam uzun zaman önce aldığım ama sırayı bekleyen kitaplardandı. Yine Facebook Grubundan tavsiye edilmişti. Bu kadar ince bir kitabı ilk defa bu kadar uzun zamanda okudum. Sebep akıcılık, zamansızlık vs. değildi. Sebep yine kitabın kedisiydi. Öylesine yoğun geldi ki verdiği his durup durup düşündürdü. 
Eskiden altını çizdiğimiz yerleri satır satır yazardık. Şimdi tembelleştik. Fotoğrafını çekip paylaşıyoruz. Altı çizilen yerlerin paylaşılması iş yükü gibi gelmez hiç bir zaman. Tam tersi bir kitabın okunması için sebep gören olacaktır belki diye paylaşılması gerektiğini düşünürüm. Tabi o tembel yöntemle olacak ama olsun. Neredeyse kitabın büyük bölümü çizildiğinden bir gün benden sonra okuyacak olanı yönlendirmiş olacağım ama bu da bir iz ne yapalım :)


28.10.2014

İbrahim Maalouf

'İbrahim Maalouf,
Ünlü trompet ustası Nassim Maalouf'un ve pianist Nada Maalouf'un oğlu
Amin Maalof'un yiğeni,
Müzikolog ve gazeteci Rushdi Maalouf'un torunu.
Babası Nassim Maalouf'un icadı olan 4 sübaplı trompet ile harika işler çıkaran bir adam.

Nedir bu 4 sübaplı trompet? (Abi adam sanki klarnet çalıyor gibi değil mi'nin cevabı:)

Hayranı olduğumuz ünlü trompetçilerden Louis Armstrong, Miles Davis ve Chet Baker gibi isimler klasik üç subaplı trompeti kullandılar. İbrahim Maalouf'un babası tarafından icat edilen 4 sübaplı trompetteki, ekstra sübap, bizim kulağımızın alışık olduğu ve müziğimizin motiflerini oluşturan quarter tone(çeyrek ton)'ların çalınmasını sağlıyor. Klasik batı müziğinde bir tam ses eşit iki parçaya ayrılır, bir oktav tam 8 sesten ve 12 yarım sesten oluşur. Ancak arap müziğinde bir oktav 24 eşit parçaya bölünmüştür ve her bir notanın arası quarter tone(çeyrek ton) olarak adlandırılır.
Çeyrek tonların çalınmasına uygun bir enstrüman, arap makamında bir parça çalmak için herzaman yeterli değildir, duyduğumuz kusursuz melodilerde kuşkusuz İbrahim Maalouf'un eşşiz tekniğinin de büyük katkısı var.
Her müzisyenin çaldığı enstrümana olan inancı ayrıdır, ancak hepimiz biliyoruz ki insan sesini dinlerken aldığımız haz, ya da müzik yapanlar için, bir enstrüman çalmak yerine şarkı söylemenin getirdiği tatminiyet herşeyden farklı. İbrahim Maalouf, neden trompet sorusuna, insanın şarkı söylerken kullandığı kasların aynıları ile trompetin çalındığını ve insan sesi ile yapılabileceklerin hepsinin sadece trompet ile yapılabileceği cevabını veriyor bir röportajında, ki kendisi de yapıyor şimdi, söylemek gerek.

İbrahim Maalouf, arap müziği için tasarlanmış bir trompete sahip olmasına ve bu müziğin ciddi şekilde etkisinde kalmasına rağmen, çalıştığı müzisyenler ile farklı türlere kaymayı başarabilmiş bir müzisyen. Caz mı, caz-funk mı, klasik mi, elektro mu yoksa modern rock mı sorusuna kendisi de bilmiyorum cevabını veriyor.

Babadan yadigar 4 sübaplının tadına en çok vardığımız albümü kuşkusuz, Diagnostic(2011).
Diagnostic'in de en güzeli, Beirut. Savaşın izlerini hala içinde barındıran ve hala savaşa devam eden bir şehrin insanından belki de o şehir için yapılmış, yazılmış,çalınmış en güzel şey.
 
Daha fazlası için buraya bakabilirsiniz (TIK)

Geçtiğimiz Cuma MEB Şura Salonun'da izleyebilme şansımız oldu. Beirut ile tanımıştım ve aralıksız dinlediğim şarkısından zaten hayrandım. Ankara konseri (diğerlerine gitme şansım olmuş gibi) süperdi. Kimi zaman gözlerinizi kapatıp kendinizden geçirtecek kadar, kimi zaman da oturduğunuz koltuktan titreşimleri hissedip her hücrenizde müziği hissedecek kadar.




Müzik konusunda yetkinliğim dinleyici olmanın ötesine geçmez bir alıntı ile Beirut'un ne demek istediğini kısaca aktarayım.  'Doğduğu yeri bir müzisyen ancak bu kadar etkileyici anlatabilirdi. Girişte piyano arpejinin ardından kaba zurna-alto saksafon karışımı bir tonla inceden giriyor trompet. Şarkıda devamlı olarak arkadaki piyanoyu duyuyoruz. Trompet ise alaturka tabirle, “inceden derdini anlatıyor” dinleyicilere. 07:53'te yükselmeye başlayan trompet adeta çığlık atarak yanına gitarı çağırıyor. Davulun da verdiği gazla kulağın hiç garipsemediği bir gitar soloyla baş başa bırakıyor bizi Maalouf ve şarkı tekrar bizi başladığımız yere, Beirut'a bırakıyor… '



Bulunduğunuz ile gelir ve kaçırırsanız çok şey kaçırmış olursunuz benden söylemesi.

30.09.2014

Evimi Çok Özlüyorum...Her nereye evim Diyorsam!


Neredeyse 1 yıldır izinsiz çalışıyorum ( toplam 6 gün izini saymasak) bu arada taşınma, ev toparlama çok yormuştum.Benim kadar evi seven birinin evden bu kadar uzak kalmak zorunda olması eziyet. 
Her şeye, her yorgunluğa rağmen dinginliğin tarifini yap deseler 'evde olmak' der geçerim. Hele hele şu üstteki oda. Sanırım oğlumun da eşimin de en sevdiği yer oldu. Henüz dağınıkken çekilmiş bir fotoğraf bugün yorulunca açıp baktığım ve iyi hissettiğim :) Bolca 'keşke' çıktı ağzımdan. Pişmanlık değil de bir şeyler isterken kurduğunuz cümleler içerisinde yer alır ya işte onlar içerisinde kullandım.
Hızla tüketiyor, hızla inip çıkıyor, hızla yaşlanıyorken zamanı durdurabildiğiniz mekanlar vardır. Belki kokudur belki renk bilmiyorum. Ama bir şeyler daha kapıyı açınca yavaşlıyor sanki. Sanki komşulardan, şehirden duvarlar korumuyor da kokular koruyor gibi evimdeyken. Korunmayı istemek bile yoruyormuş. Üstelik bundan hiç haberimiz yok. 
Saat şu an 19.09 ve nereden baksam 1 saat  var  iyi hissetmeme. Olsun.....
evdeyseniz benim için üçlü koltuğa şöyle bir uzanıp sağınıza solunuza bakın. Değilseniz siz de özleyin benim gibi.
Evimi Çok Özlüyorum...Her nereye evim Diyorsam!

5.12.2013

29.07.2013

Yokluğunda




Yazılmamış cümleler istiyorum. Biliyorum olmadığını. Hissettiklerimin aynılığındandır sözlerime dökülüş halin. İncecik saç teli gibi. Varlığı hissedilen, ağırlıksız, usulca dokunan.
Sözlerin izi görünmüyor değil mi? Derine, çok derine işleyen.  Bir şarkıda, dizede yitip gidiyorum yine. Yine avucumun içerisinde kırıştırılıyor diyemediklerim. Diyebildiklerim el kadar uzak. ‘el’ kadar uzvum. Karmakarışığım, yorgunum.

5.04.2013

İç Dış Yıkama!

 
 
Biyolojik saat ile yerel saat arasında uyumsuzluk yaşayan tek kişi olmadığımı biliyorum. Bir süre daha devam edeceğini de. Mevsim geçişlerini sevmeyişimse bambaşka bir konu. Ne giyineceğime karar veremiyorum.Verdiğim kararlar genelde yanlış. Çok geç yatıyorum ve sabahları da doğan güneşten başlayıp mahalle muhtarına kadar varan küfürler ediyorum. Sahi sizler küfür eder misiniz?
Maksadım Bukowski'den söz etmek olsa da onu okudukça 'ben küfür etmiyormuşum hiç' diyorum. Ben küfür ediyorum ne yazık ki. Özellikle Behzat'ımızın bize miras bıraktığı 'la' var ki zaten Ankara da yaşamış olmam nedeniyle alışık olduğum, kullandığım şeydi. Şimdi iyice meşrulaştı. Özellikle araba kullanırken içimde nasıl bir yaratık varsa açığa çıkıyor ve yaratıcılığıma ben bile şaşıyorum. Eşim küfür etmeyen bir adam. Ben saydırınca şaşkın şaşkın 'aştın iyice kendini bu ne böyle nereden duydun, çok fena' diyor. Bense pişkin pişkin 'güzel oldu ama de mi'
 
Hayatı umursamayan insanlara garip bir şekilde imreniyorum biliyor musunuz? Yarın ne olacağını düşünmeyen, sadece bulunduğu anı yaşayan insanlara. Sonuca baktığımda doğum, yaşam, ölüm. Araya sığdırılanlarsa bambaşka. Telaş telaş telaş......Arada ıskalanan koskoca bir yaşam. Belki de kısacık bir yaşam. Herkes acıkıyor, herkes karnını doyuruyor ve herkes uyuyor uyanıyor. Öyle derin derin manalar çıkartacak bir yazı olmayacak bu. Amacım da amaçsızlığı vurgulamak zaten. Sürekli hedefler, amaçlar belirleyip etrafında dönüp dolaşmaktan yorulmuyor musunuz sizler de? Bahardan bahardan.
Bu bahar depresyon yok:) Belli bir konu veya yazar sıralaması olmasa da okuyorum bu ara ve çok mutlu oluyorum. Onun hazzı depresyonumu engelliyor sanırım:) Bukowski Factotum bitti biraz evvel. Sıradan Delilik Öyküleri'ne başladım. Yatarken de kulaklıkla ders dinliyorum. Uyuyorum uyanıyorum kadın okuyor. Bir mucize bekliyorum uyku esnasında öğrenmenin kanıtı olma çabasındayım. İyi notlar alırsam uyanıkken ders çalışmam bir daha. Sanki çalışıyormuşum gibi. Bu bahar bir aydınlanma, bir ferahlık, bir uysallık ki akıllara zarar. Ne oldu bilemedim.
İçsel durum budur dışa yansıyan da ise öyle aman aman bir başarı sağlamış sayılmam. Olsun gayretliyim.Kimselere sataşmadım terbiyeli tavuk olayından beri.
Şöylee bir iç dış yıkama yapılmışım gibi hayırdır inşallah!
 
Görsel: İnternet
 
Müzik Burada nedense ekleyemedim.  (TIK)
Bir tane de burada (TIK)
Çok oldum biliyorum bir tane de burada (TIK)

20.03.2013

O Hep Aynı Ben Değişmişim....

O hiç değişmemiş, bense araya giren 20 yıl boyunca alabildiğine değişmişim. O hala 20'li yaşlarda bense 40'a yaklaşıyorum. Çok garip oldum. O yıllara benzer hislerle dokunamadım ona. Oysa hatırladığım 'ilk aşkım' dı. Uzun boyuyla, umursamaz tavırlarıyla hayranlıkla izlediğim ilk aşkımdı.Tam da burada altını çizdiğim şu satırlar yetişiyor;

'Zaman (malum meseledir) bazen kuş gibi uçar, bazen de solucan gibi sürüne sürüne gider; ama insanın en çok hoşuna giden, zamanın çabuk mu, yavaş mı, nasıl geçtiği fark edilmeden geçip gitmesidir' (safa 122)

O zamanlar O hep haklıydı. Babasına kızarken de aşkını ilan ederken de hep haklıydı. Şimdi bambaşka duygularla kavradım davranışlarını, bir de anne oluşumla baktım. Belki de şöyle demeliyim evladı olan biri gibi baktım ve kızdım sessizce. Sonra da dedim ki 'Ah Bazarov sen de değişsen olmaz mıydı?'

Elbet olmazdı, zaten olmadı da. 
Ne diyordum, 
O hiç değişmemiş, bense çok...
Geçen hafta Babalar ve Oğullar'dan söz etmiştik sonra da Bazarov'dan. Meğer hepimiz çok özlemişiz. Ben özlemimi giderdim. zaman zaman kendime şaşarak. 'Vay bee 20 yıl öncesi gibi çekici geldi Bazarov' diyerek bazen de 'Olmaz Bazarov anneye, babaya böyle davranılmaz' diyerek. Yani araya giren durum değişikliklerinin en önemlisiyle yargıladım onu. Anneliğimle.
Sonra içim yandı. 

'Sizinle galiba mutluluk hakkında konuşuyorduk. Size kendimden söz ediyordum. Gene 'mutluluk' sözünü andım. Söyleyin, örneğin müzikten, güzel bir akşamdan, sevimli insanlarla konuşmaktan keyif duyduğumuz zamanlarda bile neden bunların hepsi gerçek mutluluktan, yani sahip olduğumuz mutluluktan ziyade bir tür ölçüsüz, bir yerlerde var olan bir mutluluk üzerine ima olarak görünür bize? Neden?' (sayfa 137)

İşte böyle;
Özlemiştim seni.

'Mezarın içinde ne kadar tutkulu, ne kadar günahkar ve isyankar bir yürek saklı olursa olsun üzerinde büyüyen çiçekler bize masum gözleriyle sakin sakin bakarlar. Onlar bize sonsuz huzuru değil kayıtsız doğanın büyük huzurunu değil, sonsuz barışmayı ve sonsuz yaşamı da anlatırlar. (sayfa 267)

Hoşçakal 
Bir kez daha...

15.03.2013

Bir alttaki konu ile alakalıdır.
Müzik ekleyemedim rica etsem şuraya tık yaparak dinler misiniz?

5.03.2013

Ne yazayım, nereden başlayayım bilmiyorum. Aslında yazıp yazmayacağımı da yayınlayıp yayınlamayacağımı da bilmiyorum. İçimden dertleşmek geliyor yalnızca. Hani sizi yargılamayacağını bildiğiniz insanlara anlattıkça anlatırsınız ya işte öyle sadece anlatmak.
'Neden hiç aramıyorsun' diye başlayan cümleler kurma sakın,
Hiç'in ayrımını kaçıralı çok oldu. Bulduğum her açıklamayı hiç'e doldurmayı bırakalı.Belki dinginliğim bundandır.Ne kadar az kızıyorum insanlara, ne kadar az yükseliyor sesim.Susmak bağırmaktan gürültülüymüş meğer! Belki de ilk defa susmaktan bu kadar korkuyorum. 'iyi böyle' diyorsun biliyorum. İyi mi böyle ben bilmiyorum! Sormuyorken, sorgulamıyorken, yitip gidiyorsun. Gittikçe silikleşiyor suretin. Ve sesin gittikçe yankıya dönüşüyor ta uzaklardan gelen.

'Laleli'den dünyaya doğru giden bir tramvaydayız
Birden nasıl oluyor sen yüreğimi elliyorsun'*

Ne Laleli'yi biliyorum ne de tramvaylara dair hatıralarım var. İçimi acıtıyor dizeler tekrar ettikçe sulanıyor gözlerim. Laleli'den dünyaya giden tramvay düşünün imkansızlığına mı, aklıma düşürdüklerine mi ağlıyorum bilmiyorum. 'amann be boşverr' diye tamamlanma sakın.

*Cemal Süreya


6.02.2013


Çiçek kokuyor bu sabah masam. Bir de dilimde 'Nobahari' gidip gelip mırıldanıyorum neden bilmem? Aklımda yazacağım şeyler vardı unuttum. Cidden unuttum. Unutmak gibi bir yeteneğimiz olmasına sevinir buldum kendimi. Bari bunu paylaşayım. Kokar mı size de bilmem ama hayal edin. Bir de dinleyin;

4.02.2013

İnsan'a Dair


Aynı katta oturuyoruz. Bir de gelinleri var. Genç bir kadın ve çalışıyor. Bu kadar detay biliyorum. Bildiğim başka bir şey var o da kendi zillerini bilmeyişi. Kapı numaraları yazıyor tüm zillerde ama kapı numarasını da unutuyor. Geç saatte (bazen 23 gibi) acı acı çalıyor kapı. Bu arada bu acı acı çalma hadisesi ne tuhaftır. Erken çalındığında tatlı gelir geç vakitte çalınca acı acı. Tam dağılmışsın saç baş, kıyafet hatta evde yenmiş fındık fıstık kabuğu öbekleri zır zır zil çalıyor.Bazen hafifçe ama sonra ısrarla. Her defasında 'ayyyy kusura bakmayın yine mi size bastım' evet bize bastın. Bize basmak ne demekse. Dün daha erken saatte zil çaldı. Açtık bir başka kadın ağzının içinde bir şeyler mırıldandı sonra yukarıdan seslenen birine yanıt verdi ' kapıyı açmış şunlar onlarla konuşuyorum' şunlar dediği biz. Kapımız da henüz kapanmamış üstelik biz açmadık kapıyı o açtırdı.
Sabah erken saatte bir teyze çığlık çığlığa iş yerimize geldi.  Masama oturdu. (bağıranları bana gönderiyorlar) Eline mikrofon verseniz bu kadar çıkabilir ses. Sürekli bağırıyor. Sakin olun derdinizi anlatın yardım edelim diyorum. Ne yardımıymış Avrupa böyle değilmiş, Türkiye de insana saygı yokmuş:)) Teyze saydırdıkça saydırıyor. Kimsiniz, problem ne dedikçe kafa atacak gibi bakıyor ve bağırdıkça bağırıyor. Kim olduğunu söyleme zahmetine girdi, problemi söyledi ismi kayıtlarda yok başkası adına olabilir mi diyorum yine bağırıyor. Çay alır mısınız diyorum (bakınız nasıl kibarım) köpükler saçarak bağırıyor. Yakınımızdaki 3 bayiiden birini denedim ismini söyledim bu isimde müşteriniz var mı dedim var dedi elimde telefon teyzeyi gelip alır mısınız? Telefonu kapattım. Avrupalılar hiç böyle değil, Türk halkı kaba anlamadan, dinlemeden bağırıyor ve saygısız dedim. Teyze özür diledi diye düşünen varsa yanılıyorsunuz. Oturtmuşlar kaba bi kızı doğru dürüst konuşmuyormuş:))) ( o ben oluyorum) söylene söylene çıktı.
3 ayrı insandan 3 ayrı öykü ard arda. Dün kahvaltıda İda yine Human Planet izliyordu. Ormanda yaşayan insanları. Hiçbir teknolojik aletle tanışıklığı olmayan, hatta yaşadıkları orman dışında yaşam hakkında fikri dahi olmayan insanları düşündüm. Nasıl bu hale geldiğimizi düşündüm. İnsanın nasıl bu kadar kötü, kaba olabildiğini düşündüm. Düşündüm de ne oldu? Hiççç. Koskoca bir hiç. Dokunduğumuz her şeyi yok ediyoruz, zarar veriyoruz. İçimdeki insan sevgisini yitirmeme çok az kaldı:)
Haftanız güzel geçsin. Sesini yükselterek haklı olduğunu sananlardan uzak....

24.01.2013

Yaş Meseleleri

 
Birbirini tekrarlayan günlerin yaslı boğuntusunda nedir aradıkları insanların? Bu koşuşturmada, bin telaşla herkes birileriyle bir mutluluk düşü kuruyor; o düşle ıslanıyor, o düşle uyuyup uyanıyorlar; sonra düşleri de yakıyor günler. Bu kez yeni bir düş daha kuruyorlar; sonra bir daha, bir daha!       Bütün düşleri yakıyor günler…      Yaşam yanılmanın, insanlar yanıltmanın ustası oldukça, yine yeni düşler deniyor ve deneniyorlar…İşte her düşün peşine bir şarkıyı takıyorlar. Düş gidiyor, peşisıra şarkı da…Birde(n) paramparça oluşunu görüyorlar düşlerin.Her düşle bir şarkıyı yakıyorlar… Şarkılar yakıyorlar, şarkılar yakıyorlar; şarkılar onları yakıyor sonra.       /İnsan,        insanın diyalektiğine tükürüyor; insanı yakıyorlar!/
Yılmaz Odabaşı (tamamı için buraya tık)


Bu sabah birileri beni masama oturtmuş gibi. canım kalkıp adım atmak bile istemiyor. Ahh bu yağmurlar yok mu! Bugün yağmadı ama biliyorum  çok yakınımda bir yerlere yağıyor buralara gelmesi de yakın. 
Birkaç gündür gördüğüm herkese 'kaç yaşında gösteriyorum' diye soruyorum. Genel olarak çıkar ilişkisine dayandırdığım yanıtlar alıyorum iş yerinde. 'Daha 30 bile değil' diyenleri ciddiye almıyorum bile.
Gece kremi-gündüz kremi, nemlendirici,göz altı morluklarını giderici gibi nevalelerin hepsine sahip olmama rağmen ilk aldığım gün dışında kullanamamak gibi bir özelliğim var. Ne doğru sıralamayı biliyorum ne de aklıma geliyor. Kuaförün saçlarımı güçlendirmek için sattığı bakım zımbırtıları da dolapta duruyor sıra sıra.
Tembellik değil işe yaradıklarına da çok ikna değilim. Neden aldığımı soruyorsanız onlar satıyor, ben almak istemiyorum aslında. Deepliner (böyle mi yazılır bilemedim) bile sattılar. Bırakın onu gözüme sürebilmeyi  elim titremeden gözüme bile yaklaştırmıyorum. Makyaj yapmak konusunda da yetenekli olduğum söylenemez. Sadece göz makyajı seviyorum onda da rimeli tek göze sürüp diğerini unuttuğum zamanlar oluyor işyerindeki abla uyarıyor. 
Ben bu konuya nereden ve nasıl geldim bilmiyorum ama  kozmetiğe çok para harcayıp kullanmayan kaç kişi var? Parfümü tüm bunlar dışında tutuyorum onun bütçesi de yeri de ayrı.
Konuya 38 yaşına girmek üzere olduğumdan geldim sanırım. Annem dün akşam yoğurt yemem konusunda ısrarcı olduğunda 'menapoza gireceksin, senin yaşındakilere yoğurt lazım' dedi ve bitirdi beni. Durup durup ellerime, gözlerimin kenarlarına bakıyorum kırışıklık arayarak. Ne zaman bu yaşa geldim ben yahu? Puffff daraldım. Kaç yaşında gösteriyorum?velvelvel

Lhasa pek özlemiştim. Dinleyelim bakalım. 

   

21.01.2013

Mavi Kayık



Kürek çekmeden yol alıyormuşum gibi hissediyorum yanında, usul usul, giden mavi bir kayıkta gibi.
Hikayelerini de alıp geliyor insanlar. Sırayla çıkartıyorlar. İzleri ütü izine benziyor. Yanlış katlarsan  daha fena kırışacak izlere. Eskiyi bul ve asla çift ütü yapma hikayelerine....
Her biri ayrı, her biri başka iklim kokan hikayeleriyle geliyor insanlar. Bilmiyorlar giderken bıraktıklarını. Bir çift gözde yitip gittiğimi. Bir çift el'de yol aldığımı bilmiyorlar. 
Bambaşka üşüyorum bilmiyorlar....
Yine adımlarını sürükleyerek geçti penceremin önünden. Ben o'na bakınca mı ağırlaşıyor adımları? Saçlarını boyamış, birkaç rengi çağrıştırıyor. En çok siyaha benziyor. Sanki eskisindan daha az, özensiz taramış yine. Gri  bir lastikle ensesinden birleştirmiş. Siyah montunun ceplerine yerleştirmiş ellerini. Yine sadece yere bakıyor. Yine hüzün var biliyorum bakışlarında. 'kaldır kafanı' demek isterken korkuyorum aynı ifadeyi görme ihtimalimden. 'kaldırma, yürü, git bir an önce' Ben bakınca mı ağırlaşıyor adımları bilmiyorum. 'Ben bakınca mı yavaş yürüyorsun' diyorum duymuyor. Onca yavaş yürüken ve ben bu kadar sesliyken duymuyor. Geçip gidiyor. O ne zaman gözlerimin önünden geçip gitse........gidemese üzerimde ağırlığı kalıyor. Koşsam....koşmasam da yetişirim. Koşsam 'beraber bakalım mı ayak uçlarımıza, beraber yürüyelim mi konuşmadan' desem?
Sanki yok yolun bittiği yerde. Sadece iki ucunda yaşıyor yolun. Biraz sağa, biraz sola yürüyerek yaşıyor ve sonra ölüyor. Sonra yine yürüyor. sonra yine saçlarını başka başka renklere boyatıyor ve sonra yine aynı ifayle bakıyor ve yine ölüyor. En çok gecelere taşımak yoruyor beni. Tutup ağırlığını doldurmak geceye. Kolu, bacağı sarkmış bedenini sığdırmak yoruyor. Sürükleyerek alsam canı yanacak, kaldırsam taşıyamıyorum. Saçları uzuyor yol boyu. Saçları uzadıkça yola karışıyor. Saçlarını ayrı, bedenini ayrı taşıyorum. 'acıtma' diyor 'acıtma canımı' bilmiyor ne çok korktuğumu. 'canın yanarsa, canım yanar' diyemiyorum. 'acıtmam' diyorum yalnızca.'acıtmam, hem ben kimsenin canını acıtmam ki' bilmiyor....
El sallıyor sırıtarak, elleri saçlarına karışıyor. Saçları çocukluğuma...O bana karışıyor ben o'na...
O bana susuyor ben o'na...........
Tüy gibi hafifim. Mavi mavi kayıklarda usulca yol alan.
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Görsel: İnternetten
Müzikler Aşağıda ve üstte daha çoktu ama ekleyemedim bağlantı yavaş. Yazdıklarımı boşverin ama müzikleri dinleyin olur mu beğeneceksiniz.


11.01.2013


Ceple ayak üstü çektim epey kötü bir fotoğraf ama elimde tuttuğum şey benim için önemli. Blogda yer vermiştim (burada) Şahmaran kolyesi istiyorum demiştim. Eşim bunu unutmamış ve internette araştırmış Mardin de bir gümüşçüde bulmuş ve sipariş etmiş. Ankara da bulamamıştım.Yaptırmayı düşünüyordum. Ay sonunda doğum günüm var bunun  için almış ama biraz tesadüf erkenden öğrendim:) zinciri de gümüş ama ben deriyle de çok beğendim. Her şey bir yana istediğim şeyi bulma yönünde gösterdiği çaba inanılmaz etkiledi beni.
Bir kez de huzurlarınızda teşekkür edeyim istedim.
İyi ki varsın......'Seni bugün de seviyorum' (bu cümlenin çok eskilere dayanan bir hikayesi var)
Biliyorum bıktırdım ama alta da yine Metin Kemal Kahraman'ın Şahmaran albümlerinden bir parça ekliyorum.


10.01.2013

Kıldan Tüyden Mevzular


Ben yine yeniden saçlarımla oynadım. Yok yok sıkıntıdan değil, depresyondan filan da değil. Bizde neden hep buymuş gibi görürler ya belirteyim dedim. Kestiriyorum uzuyor, dip boya zamanı geliyor filan derken 1 ayda en az 2 defa  birşeyler yapıyorum. Kısa bir süre gibi gelebilir tamamı beyaz olduğundan çok sık boyatmak zorunda kalıyorum. Bu mühim gelişmeyi aktardıktan sonra ne kadar çok üşüdüğümü de belirtmek isterim. Yukarıda da görüldüğü gibi ne bulsam üzerime geçiriyorum iş yerinde. Koltuğumda 2 adet şal hazır duruyor hatta bazen bacaklarıma bile sarıyorum.
Geçen hafta ilk sınavlara girdim. nasıl geçti derseniz eh derim. Çünkü kitaplar yoktu hala da yok. Ara ara internetten baktım biraz da çıkmış sorular çözdüm. Ama finallerde çok daha iyi olacak bunun sözünü vereyim.Çok zevkli derslerim var ama bende zaman çok az. Eve gittiğimde eğer bir şeyle meşgul değilsem ısındığım ilk an uyuyakalıyorum.
Ankara da kar yok. Ayaz deseniz çok fena. Benim gibi kış sevmeyen biri için her yıl dediğim gibi bu şehir çok soğuk.
İçime kaçan Polyanna büyüdü epeyce. Sevgi pıtırcığı bir şey oldum çıktım. Sinirle arkadaşlara sataşanları sakinleştiriyorum. abartılı bir hal bu çünkü benim doğama aykırı. Genel olarak gel-gitli olmama alışkın olduklarından bu halimin de sonlanacağını düşünüyorlar ama ben gidişatı beğendim. Böyle bir sakin, sesinin tonu kadife gibi kokulu öpücükler yollayan anlatılamaz bir hal bu:) Belki de müziklerden!
Müziksiz olamıyorum ben. Hatta bazı anları kimseleri duymayacak düzeyde işlemeli ki hücrelerime kendime gelebileyim. Bu ara doz kaçtığından mıdır bilmem sakinim. Hım şimdi şu cümleyi yazarken aklıma geldi de soğuktan mı dersiniz? Üşüyünce tepkisizleşmek mi? Her neyse sorgulamayayım büyüsü bozulmasın. 
Sokaktaki hayvanları unutmayalım emi? 

'Bazingaaa!' diyor ve gidiyorum.

9.01.2013

Ben Seniha Seber Ben Cemal Seber
Ben seni severim Ben de seni
Ben soba yaktım Ben tavukları hatırladım
Bulutlar güzel oluyor Beyaz da oluyor
Benim gözlerim var Benim mercimeğim var
Gözlerim iki tane Mercimekler yaşasın
Ve yıldızlar Senin yıldızların
Ve şiirler Benim şiirlerim
Ve sen Evet ben
Sen Ben
Niçin Niçin
Niçin mi
Biz
İkimiz
Dünyada
Bir taneyiz
Pour toi mon amour
Joi achete des fleurs
Biz Cemal ve Seniha Seber
Ve yaşamak tomur tomur dallarda
.................