Showing posts with label gezi. Show all posts
Showing posts with label gezi. Show all posts

14 January, 2013

Paris Gezimiz..

Artık klasik girizgahımı geçiyorum, yine geciktim yazmakta, siz biliyorsunuz artık nedenlerini:)



Kozi ile birlikte gözümüzü kararttık ve bu soğukta bir yurtdışı gezisi yaptık. Tamamen eşimin fikriydi. Bana doğum günü hediyesi olarak bu seyahat verildi. 29 yaş hediyemi çok beğendim blog :)  Çok  çok keyifli bir seyahatti, kış olduğu için montlar ve çocuklu olduğu için hiç yanımızdan eksilmeyen bebek arabası ve sırt çantasına rağmen çok güzeldi:) Zaten kızı bırakıp gitsek bizim içimiz rahat etmezdi..

Etrafta o kadar çok bebek arabalı insan vardı ki, hiç garipsenmiyordu. Hatta ben bazı cafelere girerken çekiniyordum, dışardan çok romantik durduğundan bebek arabası ile girmesem mi diye ama çalışanları çok nazikçe hemen bize yer açıyorlardı.




Tur ile gitmedik biz, zaten hemen yılbaşı sonrasına da bir tur yoktu. Booking.com'dan otelimizi ayarladım, ki otelden aşırı memnun kaldık. Öyle merkezi bir yerdeydi ki her gün mutlaka 1 kere uğrayıp Kozanın ihtiyaçlarını giderip, biz de biraz dinlenip yeniden çıkıyorduk. Böylece gezmek için daha fazla enerjimiz oluyordu:) 

Gezi planı için ise 2 siteden yararlandım, ilki İmge tabiki:) Kendisi yıllardır takip ettiğim bir blogger, hem de tanştığım ve çok sevdiğim, üstüne üstlük bir de hemşehrim olan bir arkadaşım:) Ama gezi yazıları için ne kadar emek verdiğini ilk kez işime yarayınca anladım. Resmen tur rehberim oldu orada, gidilmesi gereken mekanları, yemek yenecek yerleri,  metroda inilecek durakları bile detaylı yazmış ve o kadar makbule geçti ki:) İmgecim sırf bu gezi için bile sana bir yemek borçluyum. Umuyorum kendisinin diğer gezi yazılarını da detaylı kullanabilirim, zira hızına yetişmem mümkün değil.. 

Tabiki biz bebekli olduğumuzdan gidemediğimiz yerler de oldu ama napalım pişman değiliz:P 


Ah bir de aldığım kalorileri pek sayamadım orada ve döner dönmez de diyetime yeniden merhaba dedim.. Her köşede pastaneler, kruvasanlar kahveler, macaronlar, böyle güzel tatlar olamaz. Bu arada macaron demişken, Laduree 'de sıra beklerken önümde Ba.nu Al.kan'ın olması da unutmayacağım bir detay.

Tüm sokaklar Noel sonrası oldukça süslü ve güzeldi, her yerine hayran kaldım Paris'in o binalar, sokakların temizliği, insanların kibarlığı ve yardımseverliği (!)- gerçekten de biz hep çok tatlı insanlarla karşılaştık- bebekli ailelere olan saygı her yerde yol verme, ulaşım kolaylığı herşeyi ama herşeyine. Aklımda kalan tek kötü yanı çok pahalı olması onun dışında hiçbir kötü anım yok:P 


Yine gezi ve yeme içme konusunda Gezip Gördüm sitesinden de oldukça yararlandım. Gerçekten orada da çok işe yarar bilgiler vardı. Eyfelin tepesine çıkmadık ama akşam ışıklandırılmış haliyle hayran kaldık ve bir sürü fotoğraf çektik.. Eminim ki baharda ya da yazın çok daha güzel bir gezi olurdu ama soğuğa karşı tüm önlemlerimizi aldığımızdan hastalık olmadan atlattık bu geziyi:)

Umarım Kozi ile daha nice geziler yaparız ve çıtayı yükselten eşim bana her yıl başka bir ülke doğum günü gezisi planlar:) - kendisi blogumu okumuyor ama bu yazının linkini yollarım ben :P - 

10 March, 2012

Kızımla İlk Seyahatimiz



Pazartesi sabahı uyandık, daha uyku mahmurluğumu atmamışım, kocam Adana'ya mı gitsek dedi? Ne zaman dedim, Bugün diye yanıtladı. Kendisinin bu haftaki izni tesadüfen Pazartesi-Salı üst üste idi ve Çarşamba da akşam işe gidecekti.. Önce şaka mı yapıyorsun dedim ama internete girip bilet fiyatlarına bakmaya başlayınca ciddiyetini anlayıp ortalığı toplamaya başladım. Bilet aldık, evden çıkmak için 2 saatimiz vardı. Küçücük bir çanta yaptım ama tabii bebikle ilk kez seyahat olunca elim ayağıma dolandı neyseki hiçbirşeyi unutmamışım. Sorunsuz atlattık:)

Aslında yazının teması uçak yolculuğumuzla ilgili ama o konuda bir fotomuz olmadığından anneannem-annem-ben ve Koza'nın 4 nesil isimli fotografını ekledim.İlk uçak yolculuğumuz, ne yapar, ağlar mı diye merak ediyordum. Havaalanı hikayemizin başından başlayayım. Girişte bebek arabasını da bebeğin battaniyesinin içini de detaylı olarak (!) kontrol ettiler. Sonrasında bagajı teslim ederken THY görevlisi (pek ilgisiz bir görevli) bizi bekleterek kocaman bir poşet getirdi ve puseti ona koymamızı istedi. Ben kızım kucağında olduğundan yardım edemedim. Eşim neyse zorla halletti, sonra da bize bir yer gösterdiler buraya koyun dediler. Bu aşamada da pek yardımcı olunmadı. Herneyse 2. güvenlikten geçip uçağa giden ringe bindik. Bizim kız koşturmamızdan ve kalabalıktan huzursuz ağlamaya başladı. Yandık dedim şimdiden başladıysa. Neyse uçakta ilk birkaç dakika ağladıktan sonra emziği verdim ve kucağımda uyuttum. İnene kadar da hiç uyanmadı ve çok mutlu oldum bu durumdan, etraftakileri rahatsız etmekten çok korkuyordum. Adana'da iner inmez bebek arabasını uçağın kapısında bulduk ve süper oldu, hemen kızımızı içine oturtup havaalanındaki bagaj işimizi rahat tamamlamış olduk..

Adana'daki 2 günümüz o kadar hızlı geçti ki, ne olduğunu anlayamadık. Amaç zaten Koza hanımı akrabalar ve arkadaşlarımızla tanıştırmaktı. Mümkün olan en çok kişiyle de görüştük:) Diğerleri için de bir dahaki sefere sözleştik. Midemizi şişirip dönüş için havaalanı yolunu tuttuk:)

Dönüşte öğrendik ki, puseti uçağın kapısına kadar götürebiliyormuşsun, üzerine bir sticker takıyorlar. Ehh süper o zaman dedik, kızım en azından pusette uyuyor, uçağa binene kadar rahat ederiz. Ben binmeden önce emzirdim. Altını kontrol ettim. Bu arada THY'deki standartların da çalışana kaldığını gördük. Adana'dakiler daha fazla yardımcı oldular, mesela bizim bebekli olduğumuzu görünce sıradan öne aldılar ki bence de mantıklı olan bu. Hele de kışın üzerinde mont, çanta, kucağında bebek, bir yandan koltuğa yerleşmeye çalışmak, bir yandan eşyaları üst bölüme yerleştirmek ve arkanda insanların seni bekliyor oluşu da stres kaynağı. Sanırım ben tek başıma gidemezdim:P Herneyse bir şekilde oturduk yerimize, bu sefer kızım oturur oturmaz uyudu kolumda. Süper daha ne isterim.. Ama inmeye yakın bizim 2 sıra önümüzde bir bebek ağlamaya başladı ve bizimki durur mu, o sesi duydu bizimki de başladı.. Off bir susuyor, öndeki başlayınca yine başlıyor.. Pışpış yapıyorum, sallıyorum, kulağına fısıldıyorum ama yok.. Aksi gibi uçak indikten sonra AHL içinde de bayaa bir dolaştı. Yani o yol bitmedi bana.. Neyse bir  şekilde indik.. Benden rahatı yoktu artık. Ama inince de pusetimiz kapıda değildi.. Sorduk, en başta ya da en sondaki bankoya gelir dediler. Nitekim öyle de oldu, bizim valizimizle birlikte değil en sonda bir yerden sağolsun bir THY görevlisi getirdi.(Uçağın kapısına gelmesi için bilgi vermemiz gerekiyormuş, ki biz gidişteki uçakta vermemiştik ama gelmişti))

Bu arada ben kızla tek başıma arabayı beklerken, bizim uçaktan orta yaşlı bir adam  bana bebeğin basınçtan dolayı ağladığını ve bunun için uçağa binmeden bir şurup verebileceğimi söyledi.. Ben basınç için sürekli emzik verdiğimi ve önceki yolculuğumuzda hiç ağlamadığını söyledim. 'O Airbus dır bu uçak Boeing bunda daha çok etkilenir(!) dedi'. Ama bana yine de şurup olayı pek sempatik gelmedi açıkçası..Bu konuda sizin bir fikriniz var mı??

01 September, 2011

Dubrovnik tatilimiz


Bu yazın başından karar vermiştik Dubrovnik'e gitmeye, ben internetten araştırmaya Haziran ayında başladım, ama sonra şu sitede  çok uygun ve güzel bir fırsat bulunca hemen atladım ve planımızı ona göre yaptık. Neyseki de hiç pişman olmadık. Öncelikle ben ilk kez tur ile bir yere gittim ve oldukça memnun kaldım. Bilmediğin bir yere gidince havalimanından ulaşım, etrafın kısaca tanıtılması vs çok faydalı oldu, rehberimiz de iyiydi. Yukarıdaki fotoğraflar Cavtat'ta çekildi, havalimanından otobüse binip burada kahvaltı etmek ve dinlenmek üzere indik. Oldukça güzel bir yer. Denizi güzel, etraf sakin. Burada da çeşitli oteller ve yazlık evler var. Biz sabah kahvaltımızı ettik, yürüyüş yaptık. Ama sevgilim ve ben burayı çok sevdiğimiz için (bi de o uykusuzlukta fotoğraf makinesi kılıfımızı pastanede unuttuğumuz için) 2 gün sonra tekrar geldik buraya.. (kılıfı da bulduk:P) Bu arada Dubrovnik tatilinde gelinmesi gereken yerlerden biri bence, deniz kenarında yemek yenecek oldukça güzel yerler var, denize girmek için de ideal. Dubrovnik'ten 10 numaralı otobüsle ortalama 20-25 dk da geliniyor.



Sonraki istikametimiz doğal olarak Old city idi. Zaten Dubrovnik burası işte. Yukarıdaki fotograflar uzaktan görüntü tabii bir de benim göbekli resmim var:) Kızım da olsun ama dimi.. Sağolsun bana tatil boyunca hiç zorluk çıkarmadı.. Sadece biz biraz daha dinlenme tatili yaptık. Turda ekstra olarak katılmak istenirse Saraybosna-Karadağ gezisi vardı, ve de  adalar turu vardı. Ama hem tatilimizin 4 gün olması, hem otelimiz plajının güzel olması hem de önceki haftaki taşınma yorgunluğu nedeniyle benim ruhum ve bedenim otobüs ve tekne yolculuğunu kaldıracak gibi değildi. Biz deniz, kum, güneş, keyif, yeme, içme gezme, bool bol yürümekten  yana kullandık tercihimizi.


Otelimiz çok güzeldi, 3 yıldızlı olmasına rağmen buradaki 5 yıldızlı oteller gibiydi diyebilirim. Odalar, yemekler, ücretsiz wi-fi, plaj:) Daha ne olsun:)




Gittiğimiz hafta tesadüfen Dubrovnik Festivali devam ediyordu, old city'de her yerde bir etkinlik vardı, son resimde anlatılmak istenen bişey yoktur, kedi ve köpek kompozisyonu deklanşöre basarken bozulmuştur ancak arkada Pepe Romero konser afişi olduğundan ve blog yazarı görüp, bilet bulup, çok güzel bir konser izlediğinden burada da izi kalsın istemiştir:)


Yenebilecek en temel şeyler yukarıda, pizza ve deniz ürünleri:) Pizza'yı hem rehberimizin hem de gitmeden önce okuduğum blog tavsiyeleri üzerine Barracuda'da yedik, fiyatlar makul, lezzetler de gayet iyiydi.. Balık içinse yine herkesin tavsiyesi üzerine Kamenice'ye baktık, gerçekten herkesin önündeki tabaklar gayet güzeldi ama o kadar sıra vardı ki, beklemeyi göze alamadık, ara sokaklardan birinde, şu anda ismini hatırlayamadığım ama gayet lezzetli görünen yukarıdaki tabakları mideye indirdik:) Pazardan da kurutulmuş meyveleri almayı ihmal etmedik, acıktığımız anda onlar yetişti otelde imdadımıza..


Dubrovnik'te bana tek ters gelen şey otobüs şöforleri, garsonlar vs nin böyle turistik yerde bu kadar suratsız olmasıydı. Otelimizdeki personel iyiydi ama gittiğimiz bazı restoranlardaki garsonlar müşteri memnuniyeti diye bir şeyden habersiz gibiydi:) Ayrıca otobüslerde de buradaki gibi durakları görebileceğiniz bir tabela, bir ses, şoförden bir ikaz yok, içinize yaklaştınız hissi doğarsa orada inin, zira biz fransız bir çiftle birlikte birkaç durak geç indiğimiz için uzun bir yürüyüş yaptık:)

Sonuç olarak, geçen yıldan bana ilham vermiş olan doorstepping'in yazı dizisine ve gitmeden yararlandığım sözlük ve bloga teşekkürü bir borç bilir, gitmeyi düşünenlere de mutlaka tavsiye ederim...



26 August, 2010

Bozcaada tatilim

Bu kadar bekledim yazmak için, ancak kelimeleri ve fotoğrafları bir araya getirebiliyorum. Bozcaada öyle güzel öyle temiz bir yer ki, bir yandan da bencilliğim tutup yazmasam mı hiç diyorum.(ben yazmasam, kimse de gitmese) Çünkü ilk kez bu kadar temiz bir denize girdim, ilk kez bu kadar güzel bir yer gördüm.

Yolculuğumuz sabah saat 5.00 civarında başladı, önce Eceabat’a gidip oradan arabalı vapurla Çanakkale’ye, sonra da yaklaşık yarım saatlik araba yolculuğu ile Geyikli’ye ulaştık ve yine arabalı vapurla Bozcaada’ya geçtik. Öğlen 12.00 gibi adadaydık. Arabadan inip pansiyonumuza ulaşana kadar da havanın güzelliğinden, etrafın güzelliğinden sarhoş oldum.Bazyel pansiyonda kaldık, oldukça güzel ve temizdi, fiyatlar da oldukça uygundu. 2 kişilik odada kişi başı 50 TL oda+kahvaltı fiyatı. Zaten genel olarak ortalama 50-60 TL civarıydı gittiğimiz tarihte.(250 TL ye de otelde oda+kahvaltı kalabilirsiniz ama pek de gerek yok uyuyup, kahvaltı edip, arabayla ya da dolmuşla plaja gidiyorsunuz, yani otelinizin önünden denize giremiyorsunuz) Öğlen eşyalarımızı pansiyona bırakır bırakmaz önce bir şeyler yemek için sahile, oradan da yüzmeye Ayazma’ya gittik.


Öncelikle yemeklerden bahsetmem gerekirse o kadar çok seçenek var ki, hem yemek hem de fiyat açısından. Pahalı yerler de var ancak genel olarak fiyatlar uygun. Öğlenleri ev yemekleri yenilebilecek çok güzel yerler var. Ağaçların altında pötikareli örtülerin ve ahşap sandalyelerin üzerinde, güneşli olmasına rağmen nemi olmayan tertemiz havada yemeklerimizi yedik.

İlk gün Ayazma’ya gittik, dışarıdan bakıldığında kalabalık bi araç trafiği olmasına rağmen plaja inince çok da rahatsız edici bir kalabalık yoktu. Plaj gayet temizdi, şezlong ve şemsiye kiraladık 2 şezlong+1 şemsiye 9 TL idi(Bozcaada spor klubüne ait) Deniz soğuk, ancak ben gitmeden önce öyle korkuyordum ki belki giremem diye, korktuğum kadar da soğuk değildi. Ya da hava o kadar sıcaktı ki, insan tam olarak kızgın kumlardan serin sulara atlamış oluyordu. Ayazma’nın tek kötü yanı denizin taşlı olması diyecektim ki, ekşi sözlükte plajın diğer kısmının kum olduğunu öğrendim, ona göre yani siz giderseniz taşlara aldanmayın, diğer tarafa gidin. O yüzden asıl kötü yanını söylüyorum, duş ve tuvaletin olmayışı bence plajın en büyük eksiğiydi.

Akşam olmadan önce güneşi batırmak lazım, biz 2 gün üstüste yel değirmenlerine gidip güneşin batışını izledik. Neden 2 gün gittiğimize gelince, ilkinde aracımızı girişte parkedip (yasaklara çok uyarız:o) yürümeye kalktık ve son anda yetiştik. 2. Gün ise daha erken gelip, arabayla içeri girdik hatta onunla da yetinmeyip 15 dakikalık bir yürüyüş ile fenere ulaştık ve oradan izledik manzarayı. Yüzlerce fotografım var güneşin önünde.



Adada akşamları yapılacak tek eğlence yemeği yedikten sonra Polente’de oturmak sanırım. Çünkü gündüz gördüğünüz herkesi akşam da burada görebilirsiniz. Şirin bir kafe, içecekler güzel, fiyatlar orta halli, çalan şarkılar süper. Onun dışında da yine meydanda dolaşıp alışveriş yapabilir (hediyelik eşyalar çok güzeldi), çaybahçesinde oturup yazın vazgeçilmezi okey oynayabilir, ya da şarabınızı alıp deniz kenarında oturabilirsiniz.
Bozcaada’da en çok ilgimi çeken şeylerden biri de tipik yazlıkların olduğu salt binalardan değil, bağların içindeki taş evlerden oluşması. Umarım hiç de değişmez.

Ertesi gün Ayazma’ya değil Habbele koyundaki Mitos Beach’e gittik. İşte buradaki deniz tam anlamıyla muhteşem.Tamamen kum ve gidiyorsun gidiyorsun su sadece beline geliyor. Ancak burası özel bir plaj oldugu için önceden rezervasyon gerekiyor, yoksa yer bulmak oldukça zor. Tabii bir de fiyatlar biraz daha yüksek. Bu sefer şezlonglara 9 TL yerine 24 TL ödedik. Ayrıca öğlen yemek yenecek tek bir yer olduğundan da oradaki yemeklere muhtaç oluyorsunuz ve tat/fiyat oranı pek de doğru orantılı değil ve kredi kartı da geçmiyor ama herşeye rağmen o güzel koya değer. Bu arada Mitosun yanında yine Bozcaada spor klübüne ait şezlonglar var ve yine aynı sahilden ve cafeden yararlanabiliyorsunuz.

Aynı akşam da Ziraat bankasının arkasındaki dar sokaklardan birinde yedik yemeğimizi, orası da oldukça sevimli ve pek çok seçenek var. Ramazan’da gittiğimiz için oldukça şanslıydık, çünkü daha önce herkesin şikayet ettiği kalabalıktan eser yoktu. Sakindi ve güzeldi.

Bir sonraki gün akşamüstü kalenin önündeki kafelerin orada otururken oradan bile denize girildiğini gördüm, dayanamayıp ben de atlayacaktım, ama sonra ıslak ıslak kalıp üşümeyi göze alamadım. Ama bir adada gemilerin yanaştığı, tüm teknelerin, yatların bağlı bulunduğu limanda bile yüzülebildiğini düşünün, ne bir poşet gördüm ne de başka bir çöp.

Adadan ayrılmadan, domates reçeli, şarap, üzüm, kekik ve zeytinyağı almayı unutmayın. Eve döndüğünüzde en azından bunları tadarken burnunuza oraların kokusu geliyor. Kısacası tatilimden öyle memnun kaldım ki, bedenim İstanbul’a işe döndü ama ruhum Bozcaada’da kaldı..


*Fotografların birçoğu sevgili eşim tarafından çekilmiştir.. Teşekkürü borç bilirim:)
**Gitmeden şu ve şu  bloglardan da yararlanmıştım, çok işime yaradı:)



28 July, 2010

Tatil planı


Geçen yıl İpek'i okurken öyle sevmiştim ki Bozcaada ile ilgili yazdıklarını, en kısa zamanda gitmeliyim demiştim içimden:) Kısmet bu yazaymış. Aslında gönül böyle yakın yerlere haftasonları kaçamakları yapmak istiyor ama malesef haftasonları çalışan bir aile bireyimiz olunca böyle planlar da imkansız oluyor.


Tam istediğim tatil bu işte bu yaz, görmediğim bir yeri görme, güzel yemekler yeme, hiç girmediğim bir denizde yüzme, dinlenme, dinlenme, dinlenme..

Birçok yerden okuyup notlar aldım ama eklemek istediğiniz bir yer varsa sizin adınıza memnuniyetle gidip görürüm..

Fotografları buradan ve buradan aldım, daha iyilerini çekmeyi dileyerek:)

21 May, 2010

11 April, 2010

Elma Kurdu

Film festivalinin izlediğim ilk fimi bu oldu:) Çok anlamlı değil mi. Ama bana uygun saate bir film sıkıştırmak istediğim için böyle oldu ne yapalım:) Film mükemmel bir elma olmaya çalışan Torben'in kurtlanması sonucunda ağaçtan atılması ve sonrasında kurttan kurtulmaya çalışırken başından geçenler anlatılıyordu. En ilginci filmin canlı olarak Türkçe seslendirilmesiydi. En öndeki 2 kişi simultane çevirdiler ve ara ara gecikseler de gayet başarılı olmalarıydı. İlk başladıgında biraz garip oldu ama sonrasında kulagım da alıştı. Kendilerini çıkışta tebrik etmek isterdim.


Film sonrasında bi türlü gidemediğim Feriköy ekolojik pazarına gittik. Ben uzun süre pazarın dibinde oturmama rağmen bi türlü gitmemiştim. İlk kez gittim. Sabah daha kalabalık oluyormuş ve daha çok çeşit oluyormuş ama yine de herşey gayet güzel görünüyordu. Ben organik zeytinyagı (tadına orada baktım gerçekten müthişti), toz halinde sebze çorbası (taze sebzeler kurutlarak yapılmış, tarhana gibi pişirilen, biraz tembel işi) ve de mis gibi kokusuna dayanamadıgım naneyi aldım. Yakın olsam ya da uzun süre elimde taşımayacak olsam, sebzeler, peynir, yogurt da çok güzel görünüyordu. Ayrıca benim baharatlarım Adanadan taze geliyor ama olmadıgı dönemde marketten almak yerine pazardakiler çok daha güzel görünüyordu..

2 haftadır Haliç'in üzerinde kürek çekiyorum. Hava güzelleşti diye günlük yürüyüşlerime başlamıştım uzun süre önce ama onların pek bir faydası olmadı her tarafım tutuldu, ama inanılmaz keyifli. Hele ki de akşamları olan antremanlarda manzara muhteşem. Bugun de sabahtan gitmiştim, blogumu boş bırakmayayım dedim gelince, ama bana müsaade kas gevşeticimi içip biraz dinleneceğim, Pazartesine yorgun başlamak istemiyorum:))

28 March, 2010

Haftasonu

Pırıl pırıl bir hava vardı. 2 gününde de evde duramadım dolayısıyla.. Hem spor yaptım bol bol ve hamladım, hem de gezdim.. Cumartesi günü Yüreğine Sor'u izledik.. Malesef her sinemada yok bu film ama neyseki vizyona veda etmeden gitme şansım oldu.. Çok sevdim ben.. Karadenizli olmamama rağmen çok ayrı bir sempatim var oraya ve vizyonda o yaylalar o kadar güzel o kadar doğal görünüyordu ki.. Film sıcacık, çok doğaldı, oyuncular iyiydi, hikaye de çok güzeldi. Bence kaçmadan siz de izleyin..


Sinema öncesinde karnımızı Şampiyonda doyurduktan sonra yukarıda görünen mekana sıcak çikolata içmeye gittik.. Aman Allahım yok böyle bir lezzet.. La Fontana diye küçük bir İtalyan restoranı (bir sonraki sefere pizzasını da mutlaka deneyecegim) yanında da aynı yerin Jadore diye çikolata dükkanı var. İçerisi küçücük, ama dışarıda masaları var, hem sade hem de aromalı sıcak çikolata isteyebiliyorsunuz.. Ben çileklisini içtim ve tadı damağımda kaldı Taksim'e her gidişte uğranılacak yerlerden. Birçok çeşit pastaları da var ve eminim onlar da çok lezizdir.. Uğramak isterseniz Galatasaray'ı geçtikten sonra Koska helvacısının sokağından sağa dönüyorsunuz, birkaç adım sonra oradasınız:)


Aynı günün akşamında ise ailemizin yeni üyesi Pamuk'la tanıştık.. Bizim evde değil kendisi ancak 15 dakika mesafesindeki abimlerin evinde olacak.. Onlara gitmek için bir bahane daha:) Ama çok sevimli bişey bi türlü bırakamadım kucagımdan...

19 March, 2010

2 günlük tatil


Gecen hafta annemin getirdikleri yetmedi, şimdi de ben yerinde yemeye gidiyorum.. Haftasonu Adana'da olacağım. Arkadaşım evleniyor.. Düğün bahanesiyle gidip, ailemi de göreceğim.. Çok özledimm.. Sokakları bile özledim:)

13 March, 2010

Cumartesi pazaarııı

Persembe gunu annem geldi.Bugun de birlikte alısverişe çıkalım dedik:) Sabah Bakırköy pazarına gittik. Ne kadar yakın da olsam bi türlü gidememiştim. Ben pazarı seviyorum yaa komik oluyor, satıcılara çok gülüyorum.Zaten ben iletişim kurmayı severim alışverişte. Ve bazen ummadıgın şeyler bulabiliyorsun.. Birkaç kare fotograf ekliyorum..

Gerçi biz öyle baştan sonra her yeri dolaşamadık. Çok büyük, erken saatte gitmiştik kalabalık olmadan çıktık.. Ama aldıgım birkaç bişey oldu. Genellikle giyim değil de mutfak eşyasıydı ama olsun..


Şu soldaki sepetlere bayıldım.. Her rengi vardı. Zaten ben kutu manyagıyım, her çekmecenin, her dolabın her boşlugun içindeki eşyaları kutularım:)) Sağda ise orjinal parfümlerin birebir taklitleri vardı.. Tek farkı fiyatı hıı bir de kalitesi tabiii..Bunlar gibi herşeyin taklidi vardı..

Biz yarım saat kadar dolandıktan sonra rotamızı Olivium'a doğru çevirdik ve asıl alışverişimizi orada tamamladık.. Oraya varışımız da erken saatte oldugu için yine her taraf boştu.. Mng Outlet'e de daha saldırı olmamıştı.. Çok istediğim ve uygun fiyatlı birkaç şeye kalabalık olmadan sahip oldum:) oleyy:) Gec olmadan evimize donduk:) Annem şimdi aldıgım pantolonların paçasını kısaltıyor, ben de blog yazısı yazıyorum:))

Herkes iyi haftasonları!!!

03 March, 2010

Bir oyun bir mekan



Vahset Tanrısı'nı izledim bu hafta. Öyle güzel yorumlar yazılmıştı ki sabırsızlıkla bekliyordum. Neyseki salondaki yerimiz de çok güzeldi pür dikkat izledik. Güzel miydi güzeldi.. Bu kadar iyi oyuncular bir araya gelir de güzel olmaz mı.. Ben özellikle Ülkü Duru ve Zafer Algöz'e bir kez daha hayran kaldım. Herkesin yazdıgının aksine Zerrin Tekindor'un oyunculugunu da gereğinden fazla abartı buldum. Çocuk oyunlarındaki gibi her hareketini çok abartı bir şekilde insanların gözüne soktugunu düşünüyorum. Kocaman insanlarız zaten bize geçiyor ne kadar sarhoş oldugu, ne kadar kendini kaybettiği, bir de gereğinden fazla vücut hareketlerine, zıplamalara gerek yoktu. Herkes onu Aşkı Memnu da izlemeye alıştıgı için ve buradaki rolü farklı geldiği için  değişik bulmuş olabilir ama ben kendisini farklı yelpazelerdeki rollerde pek düşünemiyorum. (mesela bir köylü kadını rolünde gözümde canlandıramıyorum)


Mekan olarak Taksim'de yeni açılan tavukçu BBQ Chicken'a gittik.. Kore'den gelen fast tavukları sevdim ben:) KFC ile pek aram yoktur ya da artık sıkıldım o yüzden güzel oldu. Ben özellikle ortada küçük küpler şeklinde görülen marine edilmiş turpu çok sevdim..Birlikte gittiğim arkadaşlarım pek sevmedi ama neyse:) Yolunuz düşerse atıştırmak için yeni bir alternatif işte:)

24 December, 2009

Kacamak


Haftasonu icin kucuk bi kacamak yapacagım ve otel arastırdım. Su sonuca vardım: Bir otel icin üç farklı fiyat alabiliiyorsunuz ve içlerinden en uygununu secme şansınız da var.. Ne komik dimi:))

Aynı otel icin resepsiyonundan farklı, tur şirketlerinden farklı fiyat aldım.. Siz siz olun tatile gitmeden önce tur şirketinden de fiyat alın;)

Hiç gitmediğim bir şehri gezicem umarım bir sürü anı biriktiririm, öyle dönerim, yazasım var çünkü:P

**Fotograf buradan

02 November, 2009

Fastwok



Gideli birkaç hafta oluyor ancak şimdi fırsat buluyorum yazmaya affedin.. Aklıma bir sürü şey geliyor, sonra uçup gidiyor, e bir yandan ders çalışmaya devam, bir yandan düğün yaklaşıyor (nişandan şurada bahsetmiştim) onun hazırlıkları var.. Neyse gelelim yediklerime:)

Tabi hepsini ben yemedim canım.. Kardeşimle gitmiştik Asmalımescit'e ve ne yiyeceğimizi düşünürken birden oturduk buraya (ben severim değişik yemekleri ama kocamcım sağolsun bu konuda pek açık değildir, gerçi benim çevremde pek yok değişik tatlara açık erkek! ) uzatmayayım ben. Fastwok küçücük şirin bir Çin lokantası. Hava güzeldi biz dışarda oturduk ama içerisi küçük bu soğukta içerdeki atmosfer nasıldır bilemem:)

Ben klasik olarak tatlı ekşi soslu tavuk istedim. (ölüyorum bu tada:P) Kardeşim de Mançurya usülü tavuk yedi. Ortaya da Çin mantısı istedik.. Ben mantıyı pek beğenmedim ama yemeklerin ikisi de çok lezzetliydi.. Çalışanları çok güler yüzlüydü, fiyatlar da makuldu.. (yemekler 12 TL civarında) Aslında frozenları da çok güzelmiş ama biz zaten üşüyerek oturdugumuz sokakta daha fazla donmamak için deneyemedik.. Bi sonraki sefer gitmek için bahane olsun o da:)

06 October, 2009

Footprints







Aslında bugün birkaç birşey yazmak istiyordum ama tüm gün devlet dairelerinde sürünüp çalışmayan sistemlerin çalışmasını bekleyip, saçlarımı yolduğum için ruh halim hiç elvermedi.. Ben de geçen hafta gittiğim Yapıların Ayak İzleri isimli sergiden fotograflar koyayım dedim..



Sabancı Üniversitesi Kasa Galeri'de ziyaret edebilirsiniz:)

03 October, 2009

Bienal Deneyimim



Gecen hafta ilk kez Bienal'e gittim.. Bakalım bu bienal ne menem bir şeymiş dedim.. Daha doğrusu hem kardeşime eşlik etmek hem de merakımı gidermek istedim. İlginç bir deneyimdi gerçekten, başka da bir kelime bulamıyorum. Fotograf sergileri hoşuma gitti, bazı çalışmaları sevdim ama Noni'nin de anlattıgı gibi ben de pek bir şey anlayamadım bazı çalışmalardan.. Gezenlerin de neler anladığını merak ettim doğrusu.. Benim kardeşim de güzel sanatlar mezunu ve daha önceki bienallere göre o da biraz sıkıldı, eh dedim tek sorun bende değil o zaman.. Belki seneye tekrar gidersem bir şeyler anlayabilirim:P



Bu arada kendi fotoğraflarımı çekerken biraz utandım ama ne yapayım bazı yerlerde arka fon o kadar güzeldi ki dayanamadım:)





Bu fotograftakileri çok sevdim mesela, içki masasına oturup sohbet edesim geldi:)


Üstteki fotografta da benim en sevdiğim ve en fazla vakit geçirdiğim çalışma olan Wafa Hourani'nin Kalendiye 2087 isimli enstalasyonu.. Yani kısaca mülteci kampının gelecekteki hali.. Oradaki maketleri çokça inceledim. Hoşuma da gitti.. (bir yerinde canlı Japon balıkları bile vardı)


Bienal'in başlığı ' İnsan Neyle Yaşar?' dünyanın her yerinde birbirlerine bağlanıp aynı ağlar içerisinde örüldükçe ayırt edilemeyecek derecede benzer hale gelen iki ana konuyu, siyaset ve ekonomiyi akla getiriyormuş.... Ki benim aklıma pek gelmedii.. Ama ne yaptım kitapçık satın aldım, ve okudukça daha çok şey anlayabileceğimi düşünüyorum:))




Antrepo çıkışında Tütün Depo'suna gitmeye benim yüreğim elvermedi, o gün için sanata fazlasıyla doymuştum ve midemde zil çalıyordu.. Ancak aldığımız biletle 3 mekanı da (aynı gün olmak zorunda değil) gezebiliriz.. Belki daha sonra kitapçığı da okuyup diğerlerini de görürüm..
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...