Ana Yemekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ana Yemekler etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

19 Haziran 2017 Pazartesi

FIRINDA KIYMALI PAZI


Başlığın altında yemeğin resmi olmalıydı sanki. Ama olmadı:) Bu güzeller güzeli kaktüs çiçekleri aklımı çeldi ve geldi kondu sayfanın en başına.Bir gün ömürleri, kısacık.Bu sefer onları açtıkları andan itibaren izleyebildim.Önceki senelerde işlerimin yoğunluğu nedeniyle kapandıkları zaman farkederdim onları "ah yine kaçırdım" diye iç geçirerek.


Aslında ne çok şeyi ıskalıyoruz şu kısacık hayatlarımızda ve ne çok şeyi erteliyoruz daha sonra yapmak üzere.Oysa öyle anlık ki hayat, farkedip kafayı kaldırmanın zamanı geldi de geçiyor bile.Bir günlük ömrü olan bu güzelliği burnun dibinde görmemek ...


Durup, derin bir nefes alıp toprağın kokusunu tüm hücrelerinde hissetmek, doğayı dinlemek, sevdiklerinin gözünün içine bakmak dururken bir koşturmacanın içinde hapsolup kendimizi kaybediyoruz.Ne için, daha iyi bir yaşam standardı yakalamak için.Ne kadar da ironik; daha iyi koşullara sahip olmak için  yaşamayı ıskalıyoruz . 

11 Haziran'da 1 yaş daha alarak 40' a 1 kalan ömrümde kendime şöyle diyorum ; hayatı ıskalama, bırak o bitmez hesapları ve anın tadını çıkar. Ne diyor Hasret Gültekin, Zülfü Livaneli'nin sözleriyle ( https://www.youtube.com/watch?v=ITMK1FsDCyA )

"bir insan ömrünü neye vermeli
harcanıp gidiyor ömür dediğin
yolda kalan da bir yürüyen de bir
harcanıp gidiyor ömür dediğin"



Kaktüs çiçeği ya da kelebeğin ömrü kadar kısa olmasa da hayatlarımız; onları gözden kaçırmayacak kadar değerli .Bu hayat bizim için verilmiş en değerli hediye, her anının kıymetini bilmek ve hakkını vererek yaşamak boynumuzun borcu.

Ah bu çiçekler neler söyletti bana neler. Oysa şuraya bir tarif bırakıp çıkacaktım ben, önce güzellikleriyle sayfa başını aldılar sonrada resmen tüm yazıya müdahil oldular.


Şu fotoyu buraya iliştirdim mi tarife geçiş yapabilirim artık.Lezzet dergisinin bir sayısından bu fırında kıymalı pazı. Ama dergide adı ya da ölçüleri farklı olabilir, epey zaman geçti üzerinden ben yapalı.Şimdi kendi aldığım notlara göre yazacağım bloga. Çok beğenilmişti , burada kesinlikle bulunmalı.

Malzemeler
- 2 demet pazı
- 1 adet soğan
- 4- 5 adet patates ( büyük )
- 150 gr kıyma
- 2 diş sarımsak
- zeytinyağı
- tuz
- karabiber
- pul biber

Üzeri için:
- 1 su bardağı süt
- 1 yumurta
- 1/2 çay kaşığı rende muskat
- 1-2 su bardağı rendelenmiş kaşar peyniri


Yapılışı
  1. Patatesleri haşlamaya bırakın.Ama biraz dirice kalacaklar unutmayın.
  2. Soğanı ve sarımsağı yemeklik doğrayarak zeytinyağında kavurun.
  3. Kıymayı ekleyin ve rengi değişene kadar kavurun.
  4. Yıkayıp , doğradığınız pazıları kıymalı harca ekleyin ve 2-3 dk kavurun.Baharatları ekleyip ocaktan alın.
  5. Hafif diri kalacak şekilde haşladığınız patatesleri soyup , 1/2 cm kalınlığında dilimleyin.Fırın kabının tabanını patateslerle kaplayın ve üzerine pazılı karışımın yarısını yayın.Üzerine tekrar dilimlemiş olduğunuz patatesleri dizin ve kalan pazılı karışımı yayın.En üstü de patates dilimleriyle kaplayın.
  6. Süt, yumurta ve muskat rendesini bir kasede çırpıp patateslerin üzerine gezdirin.Üstüne kaşar peynirlerini serpiştirin.
  7. Önceden 200 dereceye ısıtılmış fırında 20 dk pişirin.Afiyetle tüketin.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER

4 Mayıs 2016 Çarşamba

BAZEN... KURU FASULYE , ZEYTİNYAĞLI TAZE BAKLA


Bazen lafa nereden başlayacağını bilemiyor insan.Kafamın içinde evirip çeviriyorum yazacaklarımı sonra, tam oldu derken girişi beğenmiyorum ve yeniden başlıyorum düşünmeye. Herşey birbirine giriyor.Bu aralar bende durumlar karışık ve ciddi derecede dikkat dağınıklığı problemim var.O çok sevdiğim kitapları bile okuyamıyorum, film izleyemiyorum, hani bir çok kadının sevdiği alışveriş varya; mağazaya girmem ve çıkmam maksimum 10 dk ile sınırlı kalıyor.Çok çabuk sıkılıyorum.Kafamın içinde bitmek bilmeyen düşünceler...Keşke hayatta matematik ve fizik kadar kesin olsaydı.Biliyorum onlarda tam kesin değil ama hayat kadar da muğlak değil.


Sanırım bu aralar beni en rahatlatan durum yukarıdaki fotoğrafın alttaki fotoğrafa dönüştüğünü gördüğüm anlar.


Nasılda ısıtıyor insanın içini.Çıt çıt çıt, çıtır çatır çat çaaattt diye yanarken kendine has bir melodi oluşuyor yeter ki duymayı bilmeli insan.Aslında hayat da fısıldıyor bize ama; biz bu kadar gürültünün içinde onu duyamıyoruz.Bazen de duymak istemiyoruz.Çünkü böylesi daha kolay geliyor.


Ateş yanmaya devam ederken  fırın ısına dursun , düşünceler  karışsın varsın. Azıcık bahçeyi gezmekle hallolacaksa tüm belirsizlikler hadi ne duruyoruz:) 


Bahçenin son baklalarıydı bunlar; toplandığı gibi pişirildiler.Tarif için bir tık tık yeterli:) Bu arada baklanın çoğu çiğ olarak tüketildi belirtmeden geçmeyeyim.Yoksa siz hala denemediniz mi?Şöyle anlatayım; dalından kopardığınız baklanın içini açıp çerez yer gibi tanelerini yiyorsunuz.Oh oh oh yok böyle bir lezzet benden söylemesi.Henüz daha bulunuyorken bir deneyin.


"Karadutum , çatal karam, çingenem
 Nar tanem, nur tanem , bir tanem" ( Bedri Rahmi Eyüboğlu )

Bakması ayrı güzel, yemesi ayrı.Ama bence en güzeli koparırken elimde, sunarken tabakta ve yerken dilimde oluşturduğu renklerin oyunu.


Çağlalar artık badem olma yolunda.Bence tam şu sıralar yemeli onları süt badem, buzda badem niyetine, çağladan geçmiş bademe varamamış halinde .


Bahçenin bir köşesinde kendiliğinden çıkmış yabani bir bitki, nasıl da alımlı, kendinden emin ve alçak gönüllü.


Sabırsızlıkla ilk hasadını beklediğimiz minik bahçemiz.Şu an fotoğrafta gördüğünüzden birazcık daha büyükler.


Bahçede olmak, toprağa dokunmak herkese iyi geliyor aslında.En çok bana ve Şero'ya :)


Fırın önü güzelleri ya da süslü nar ağacım.Elimin değdiği belli olmalı ki "burası Gülhan'ın " diyebilmeli görenler:))


Fırına girmeyi bekleyen ekşi mayalı ekmekciklerim.Tam unlu, çavdar unlu, beyaz unlu ve arpa unlular.Ama tüm unlar yerel tohum, organik tarım ve taş değirmen unu özelliğine sahipler.Katkısız, doğal, uzun mayalanma ile hazırlanmış nefis ekmeklerim. Onlarla uğraşırken neler neler geçiyor akıl odalarımdan; iyi, kötü, güzel, düşler, hayaller, gerçekler, öfkeler, kırgınlıklar, sevinçler...ama en çok da umutlar. Ekmeklerim; benim çocuklarım, kıymetlilerim. Kokusuna, tadına doyamadıklarım...Bi kabarmalarıyla mutlu olduğum ve az kabarmalarıyla oturup ağladığım:) emeklerim.


Fırın yakıldıysa o günün yemekleri fırında pişmeli mutlaka ya da fırın yakılacak diye yemekler hazırlanmalı:)


Ateşte pişmiş, hafif is kokulu ispir fasulyesi .


Biz yemelere doyamadık, yok böyle bir lezzet .Tarif isterseniz eğer tıklayın çekinmeyin.Yalnız üstteki fotoğrafta görmüş olduğunuz fasulyeyi sade hazırladım.Yani sucuk, et veya pastırma yok.Sadece ispir fasulyesinin ateşle birlikteliğinin tadına ulaşmaktı amacım:)


Ve güneş battı , ekmekler pişti.Fırından alınmadan az önce semoş çayı ile objektiflere poz verdiler.Böylece bir günü daha bitirmiş olduk.Tüm kafa karışıklıklarım, düşüncelerim, dikkat dağınıklığım ve ben.Durup dinlemek vakti ; hayatı , doğayı ve kalbimi.Elbet bu karışıklık bitecek, elbet yeniden durulacak düşünceler...Siz inandınız mı buna? Şimdiden söyleyeyim ben inanmadım.Çünkü ben demek hep düşünmek demek aslında.Ama dikkat dağınıklığı hiç benlik bir durum değil.

Fırının başında bahçede geçen bir gün sadece huzur demek, şükür demek, dinginlik demek.Hadi sizde durun.Kısa bir mola verin; önce doğaya, sonra içinize dönün.Bakalım neler bulacaksınız.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
 caferengigul.blogspot.com

31 Mart 2016 Perşembe

PESTO SOSLU FETTUCCİNE ( EV YAPIMI MAKARNA )

Bence ev yapımı makarnanın üstüne bir lezzet daha yoktur.Bu ister Türk mutfağından erişte olsun , ister İtalyan mutfağından fettuccine ya da linguine ya da...yeter ki taze olsun, yumurtalı olsun, henüz kurumamış olsun.Öyle açılıp yumuşacık haliyle pişirilmiş olsun. Yoksa siz hala denemediniz mi? Bu ilk olsun o zaman tarif benden yapması sizden.

Makarna Hamuru İçin Malzemeler
- 300 gr un ( tercihen makarna unu )
- 3 yumurta ( tercihen köy yumurtası )
- 1 yemek kaşığı zeytinyağı
-  gerekirse soğuk su 


Yapılışı

  1. Unu bir kaseye alın.Mümkünse makarna unu kullanın.Eğer bulamazsanız normal unla yapabilirsiniz.Ben her iki unla denedim ama makarna unuyla yaptığım çok daha güzel oldu.Çalışması da daha kolay oldu.
  2. Ortasını havuz gibi açtığınız unun içine yumurtaları kırın.Köy yumurtasını tercih etme sebebim hem daha lezzetli olması, hem de hamura daha koyu sarı bir renk vermesidir.
  3. 1 yemek kaşığı zeytinyağını ekleyin ve elinizle ya da mikserle yoğurmaya başlayın.Baktınız hamur toparlanmıyor 1 yemek kaşığı soğuk su ekleyip tekrar yoğurun.Bu hamur oldukça sert bir hamur oluyor ve kesinlikle ele yapışmıyor.Yumurtaların büyüklüğüne göre hiç su eklemeden de hamuru toparlayabilirsiniz.Sanırım hamurun dokusunu aşağıda fotoğraftan anlayabilirsiniz.
  4. Pürüzsüz bir hal alana kadar yoğurduğunuz hamuru streçleyip buzdolabına kaldırın ve 30 dk dinlenmeye bırakın.
  5. Buzdolabından çıkardığınız hamuru 4 parçaya ayırın.Parçalardan 1 tanesini alıp merdane yardımıyla makarna açma-kesme makinesinden geçecek kadar açın.Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz büyüklük yeterli olacaktır.Sakın benim makinem yok yapamam diye üzülmeyin.Çünkü aynı işlemleri elinizle de yapmanız mümkün.Merdaneyle hamuru biraz büyüttükten sonra oklavayla devam etmeniz gerekecektir.Hamur 1-2 mm kalınlığa ulaştığında kesmek için hazırdır.
  6. Hamuru makinenin açma yerinden geçirerek açın.Her seferinde 1 kademe incelterek açarsanız kolay olacaktır.
  7. Bu şekilde tüm hamur bezelerini açın.Açtığınız her hamuru hafifçe unlayarak üst üste koyun.Eğer elde kesecekseniz bu şekilde bir seferde  hepsini kesmiş olursunuz.
  8. Tüm hamurları açtıktan sonra dilediğiniz şekilde kesme işlemine geçebilirsiniz.Ben fettuccine şeklinde kesmek istedim.Bu benim en sevdiğim makarna şekli aslında:)
  9. Kestiğiniz makarnaları bir oklava üzerine alttaki fotoğrafta gördüğünüz gibi yerleştirin.Bunun için özel yapılmış makarna asma aparatları da mevcut.Ama makarnayı çok fazla yapmayacaksanız bence bir adet oklavada aynı işi görür.Tercih sizin.
  10. Tüm hamuru kesip oklavaya serdikten sonra tazecik, mis gibi yumurtalı makarnalarınız hazır efendim.
Evet makarnayı yaptığımıza göre pişirip, servis edebiliriz.Ben pesto sosu bu tarz makarnalara çok yakıştırıyorum.Baharı yaşadığımız şu güzel günlerde damağımızda da bahar tadını hissetmek için pesto sos tarifinide verelim :)

Pesto Sos İçin Malzemeler

- bir avuç dolmalık fıstık ( 30 gr )
- 1 diş sarımsak
- 3 avuç taze fesleğen ( yaprakları koparılmış )
- 40 gr parmesan peyniri ( rendelenmiş )
- 1/2 çay bardağı zeytinyağı
- deniz tuzu
- taze çekilmiş karabiber

Yapılışı
  1. Dolmalık fıstığı tavaya alın.Kısık ateşte 2 dk kadar kavurun.Renk değiştirmelerine izin vermeyin.
  2. Sarımsak ve fesleğen yapraklarını bir tutam tuz ile havanda dövün ya da robotta çekin.Ezilmiş olan karışımı bir kaseye alın.
  3. Dolmalık fıstığı da dövüp fesleğene ekleyin.
  4. Parmesan peyniri ve zeytinyağını yavaş yavaş ekleyerek akışkan bir sos elde edin.Son olarak tuz ve karabiberi ekleyip karıştırın.
Şimdi sıra sos ve makarnayı buluşturmaya geldiiii .Bunun için öncelikle makarnayı haşlamak gerekiyor.Büyükçe bir tencereye 4-5 lt kadar su koyup kaynamaya bırakın.1 yemek kaşı kadar tuz ekleyin.


Su kaynadığında makarnaları içine gönderin ve 8-10 dk kadar pişirin.Süre sonunda makarnayı süzün.Hiç su kalmasın diye uğraşmanıza gerek yok.Çünkü azıcık suyu kalırsa çok daha güzel oluyor.
Hazırlamış olduğunuz pesto sosu makarnayla buluşturun ve nazikçe karıştırın.


Dilerseniz servis sırasında biraz parmesan rendeleyebilirsiniz.Bu ölçülerle 4 porsiyon makarna çıkıyor.Ama biz her seferinde 2 kişi tamamını tüketiyoruz:) 

Hadiiiii siz hala oturuyor musunuz ? Kapın oklavayı , unu, yumurtayı açıverin şu makarnayı:) Bakmayın öyle uzun uzun anlattığıma çooook basit , çabucak yaparsınız.Sonrasında ise paylaşmak bile istemezsiniz ona göre.

Pesto sos tarifini daha öncede vermişim aslında:) işte unutkanlık .Bir de ona bakmak isterseniz tık tık

Mutlu hafta sonları:))) gezin, dolaşın, yemek yapın, baharın tadını çıkarın.Ama makarnayı yapmayı da ihmal etmeyin.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
caferengigul.blogspot.com

17 Mart 2016 Perşembe

KİREMİTTE KÖFTE , KÖTÜ GÜNLER


Ne kadar da güzel birgündü aslında geçtiğimiz pazar günü.Erkenden kalmış güzel bir kahvaltı yapmıştık.Sonra hep beraber bahçeye çıktık.Bahar demek bahçe işleri demek çünkü.Fırının önündeki toprak alan temizlendi , defne ağacının yeri değiştirildi, pazardan aldığımız ve dağdan kazdığımız şebboylar , çiçekçiden aldığımız karanfillerin kesilen dalları, evde bekleyen çiçek soğanları toprakla buluştu.Burdan yazarken az iş gibi görünebilir ama saat 12 ' de çıktığımız bahçeye 19 da bu kadar yeter diyerek veda ettik.


Toprak bize büyük bir huzur veriyor, en çokda Şero'ya :) Toprağın kokusu, yumuşacık dokusu, taşlar...toprağın kucağına emanet ettiğimiz küçüçük bir tohumun yıl boyu bizi doyuracak kadar ürün vermesi, dalından koparıp öylece yıkamadan bir meyveyi yiyebilmek beni çok mutlu ediyor.Bunlar çok ama çok basit şeyler hepimizin yapabileceği.Sanırım bu basit şeyler kentleşme ile kocaman bir lüks haline geliyor :(


Bahçe işleri yorucu işler.O gün bizde çok yorulduk ve çok acıktık.Eşim fırını yakmıştı , ekşi mayalı ekmekleri pişirecektik.Ama açlık bize önce yemek yaptırdı.Daha önceden hazırlayıp dondurucuya attığım köfteler çıkarıldı.Sevgili kuzenlerimizin hediyesi mikropdalgada çözdürüldü ki bu benim sevgili mikropdalga ile ilk çalışmam oldu.Kabul ediyorum böyle ani gelişen durumlar için büyük kolaylık kendileriyle çalışmak.Toprak tepsinin tabanı 2 adet yarım ay doğranmış soğanla kaplandı.2 adet patates soyulup kabaca doğaranarak tepside yerlerini aldı.Sonra köfteler , biberler ve yazdan doğranıp dondurucuya atılmış domatesler sırasıyla yerlerini aldılar toprak tepsinin içinde.Tuz, karabiber, tatlı ve acı kırmızı biberide ekleyip son noktayı sızma zeytinyağıyla koyduk.


Sonrası: sür fırına, kapat kapağı.Ekmeklerden birini de gönderdik fırınımıza ve beklemeye başladık bahçe işlerine devam ederek.


Hiç saate bakmak gelmemiş aklıma şu kadar sürede pişti desem yalan olur.Ama fırından öyle bir koku yükseldi ki...İşte o zaman anladık kiremitte köftemiz tamamdır.Ekmek belki bir 10 dk daha kaldı ve mutlu son.


Nasıl? Harika görünüyorlar değil mi? Ah birde kokusunu alabilseniz.Tadına gelince...işte olay orda bitiyor , yok böyle bir lezzet.Aynı köfte, aynı aşamalar ama kesinlikle bambaşka bir lezzet katıyor odun fırını.Bu köfteyse öncekiler neydi acaba demeden geçemiyor insan.



Bir tabak mutluluk, bir parça yaşam.İnsan bir yemekle , böyle geçen birgünle bu kadar mutlu olur mu? Sizi bilmem ama ben o gün her bir lokmamda mutluluktan uçuyor ve şükrediyordum yaşamım için, hayat arkadaşım için, ailem için, cennetim için, Şerom için, sahip olduğum tüm güzellikler ve güzel insanlar için.

Ama işte işler bitip, eve girince ve o haberi alınca...Herşey dondu o anda, binlerce cam kırığı gelip saplandı kalbimin orta yerine.Ertesi gün, daha ertesi gün, daha da ertesi gün acı büyüdü, büyüdü, büyüdü...En çok da öfkem büyüdü.Nasıl oluyorda bu kadar elim olaylar yaşanırken devletin başındakiler yerlerinde duruyorlar.Ankara'nın göbeğinden bahsediyoruz, ülkemin başkentinden , ülkemin kalbinden...bu nasıl bir güvenlik açığı ki elini kolunu sallaya sallaya bombayı patlatıveriyorlar kentin ortasında.İnsanlar, evlerine giden suçsuz insanlar, günlük rutinini yaşayan insanlar, sınavdan çıkmış gençler, dedeler, babalar, anneler...ve daha niceleri. Gün geçmiyor ki kötü bir haber almayalım.

Neresinden tutsam elimde kalıyor geleceğimiz.Din öğretmek adına kurulan vakıflar, evler...sanıyor musunuz ki hepsi gerçekten masum.İşte biri haber oldu 45 çocuğa tecavüz...Bu nedir, söz yetmiyor bunu anlatmaya.Bunu yapan, yapanlar, göz yumanlar, örtbas edenler insan olamaz.Korkunç, herşey korkunç.Yıllar önce ilkokuldayken bir sınıf arkadaşımız vardı ismi Yahya.İlkokul arkadaşlarımın çoğunu unuttum ama Yahya hiç aklımdan çıkmıyor.Çünkü Yahya "din adına yapılan yanlışlar" demek benim için.Ufacık bir çocuktu Yahya, bir yurtta kalıyordu.Daha ilkokul 2-3. sınıfta babası onu bu din yurtlarından birine vermişti.Korkardı Yahya , ürkerdi öğretmen yanından geçerken ya da birinin ani hareketinden ama en çokta din öğretmeninden korkardı Yahya.Pek kimseyle konuşmazdı, yüzü hep kırmızıyla mor arası bir renkte olurdu.Neden öyleydi rengi hep merak eder ama sormaya cesaret edemezdim.Birgün din kültürü öğretmeni namaz kılmayı göstermesi için onu kaldırdı.Yahya donakaldı, öğretmen sinirden çılgına döndü.Yahya'yı öğretmen masasının üzerine çıkardı "biliyorsun göster" diye haykırdı.Yahya titremeye ve ağlamaya başladı.Ama hiç sesi çıkmadan.Öğretmen olacak o rezil adam vurdu Yahya'ya.Yahya minicik bir çocuk , çok kırımızı-mor yanakları , mor kulakları, sessiz hıçkırıkları olan minicik bir çocuk.Ders bitti herkes dışarı çıktı Yahya sırasında oturdu kaldı.Korka korka gittim yanına, ne dedim , söze kim başladı bilmiyorum, hatırlayamıyorum.Yurtta çok dövmüşler onu, ondan kırmızı-mormuş yanakları, ondan mormuş kulakları, ondan korkuyormuş ani hareketlerden, birinin elini kolunu kaldırmasından.Babasına söylemiş anlatamamış...Yahya küçük küçücük bir çocuktu , dinden nefret ediyordu ve büyüklerden.Ertesi günü okula gelmedi Yahya, daha sonraki günde gelmedi, daha sonraki günde.Ölmüş dedi öğretmeler, ölmüş.Yahya küçücük bir çocuktu, ürkek ve dinden nefret eden bir küçük çocuk.O gün bugündür Yahya aklımın bir köşesinden o bana bakar durur.Onun gözleri değince yüreğime kocaman bir öfke kaplar beni; tüm din simsarlarını alıp yakasım gelir diri diri, kentlerin meydanlarında. Şimdi o "bildiğimiz" 45 çocuk sizinde yüreğinizi yakmıyor mu? Çocuk gözleriyle, çocuk kalpleriyle sizin de içinize batmıyor mu?Ben çok kötüyüm bu aralar, çok üzgün ve çok öfkeli.Ülkem, yaşadığım topraklar, bu toprakları birlikte paylaştığım insanlar ve bu iğrenç mahluklar. Biz ne zaman kaybettik güzellikleri, umudu, çocuk kalbinin dokunulmazlıklarını...Biz ne zamandan beridir sessiz kaldık, neden sustuk. Nasıl bu hale geldi bu ülke, nefret ediyorum sizlerden dini ve siyaseti kirli emellerine alet edenlerden, kendi hırsında bir ülkeyi boğanlardan, nefret ediyorum.
caferengigul.blogspot.com

9 Mart 2016 Çarşamba

ETLİ NOHUT

Bakır tutkumu artık sizlerde öğrendiniz sanırım.Aslında benim eskiye büyük bir tutkum ve özlemim var.Ben dünyaya daha erken gelmeliymişim , biraz geç kalmışım.Bu durum sadece antika ya da eski eşyaya olan merakımdan kaynaklanmıyor.Geçmiş zamanların insan ilişkileri, komşuluk ritüelleri, temiz gıdaya ulaşma kolaylığı ve henüz paylaşmayı bilen insanoğlu asıl özlemini duyduğum şeyler sanırım.O yüzden topluyorum ben fırsat buldukça eski eşyaları, huyumu bilenler atmayı düşündükleri birşey olunca önce bana uğruyorlar ya da değer veriyorum diye aile yadigarları benim evimde kendilerine bir yer buluyorlar. Üstteki fotoğrafta görmüş olduğunuz kumaş el dokuması ipek olup büyük büyük anneannemiz tarafından dokunmuştur vakti zamanında.Bakır pilav sahanı ise mahalleden bir komşuma ait.Yeni aldığı evine taşınma sırasında eski olan pilav sahanlarını atarken valide sultan tarafından yakalanmış ve benim olmuştur bu güzeller güzeli sahanlar.Tencere ise Kavaklıdere gezim sırasında aldığım Osmanlı dönemine ait güveç tencerelerinin uyarlamasıdır.Hepsi benim için çok değerlidir.En kısa zamanda bir Kavaklıdere ziyareti ayarlayıp pilav sahanlarımı ve taş fırınımda kullanacağım aile yadigarı bakır tepsilerimi kalaylatmalıyım.Aaa bir de bakır kazanlarımı unutmamalıyım değil mi:)

Etli nohut yemeği basit ama çok eskilere dayanan geleneksel yemeklerimizden.Aslında herkes yapıyor ve tarifini biliyordur.Ben bu kadar özenerek pişirince , onlarda keyifle poz verince tarifi not etmeden geçmek istemedim.Şunu da söylemeden geçemeyeceğim; evet çok lezzetli oldu ama düğünlerde yapılan etli nohutlar gibi olmadı yinede.Ne yapıyorlar bilmiyorum ama o koca koca kazanlarda pişen etli ya da tavuklu nohut yemekleri bambaşka bir güzelliğe sahip oluyor.Evet yağı epey bol oluyor ama lezzeti çok ama çok güzel oluyor.Yakın zamanda yapılacak ilk düğün yemeğinde aşcının başından ayrılmayacağım kesinleştiğine göre benim ev usulü yani Gülhan usulü tarifime geçebiliriz.


Malzemeler
- 3 su bardağı nohut
- 1/2 kg kuşbaşı et
- 1 adet soğan
- 1 yemek kaşığı domates salçası
- 1 tatlı kaşığı kırmızı toz biber
- 1 çay kaşığı acı pul biber
- 1/2 çay kaşığı kimyon
- tuz, karabiber
- 3 yemek kaşığı zeytinyağı
- fındık büyüklüğünde tereyağı
-su

Yapılışı

  1. Nohutları sabahtan sıcak su dolu bir kaba alın ve üstü kapalı olarak akşama kadar bekletin.Dilerseniz 1 gece önceden de ıslatabilirsiniz.
  2. Suyunu süzdüğünüz nohutları düdüklü tencereye alıp 30 dk haşlayın.
  3. Ayrı bir tencerede yemeklik olarak doğradığınız soğanları renkleri koyulaşana kadar kavurun.
  4. Kavrulmuş olan soğanlara etleri ilave edin ve kısık ateşte sularını salıp tekrar çekene kadar kapağı kapalı olarak kavurun.
  5. Salçayı ve baharatları ekleyip 5 dk kavurduktan sonra nohutları ilave edin.Ben nohutları haşladığım suyu ekledikten sonra nohutlar iyice yumuşayana kadar yaklaşık 20 dk kısık ateşte pişirmeye devam ediyorum.
  6. Yemeği ocaktan almadan 5 dk önce tereyağını ekleyip karıştırın.



Bunlarda sevgili eşimin bana aldığı Hüsnü Yusuf çiçekleri.Ne kadar kibar ve kırılgan bir güzellikleri var değil mi? Yusuf yüzünün güzelliğiyle nam salan bir insanmış.Sadece yüzü değil , huyu da güzelmiş Yusuf'un ve oldukça başarılıymış kendisi.Hal böyle olunca başına türlü kötü işler gelen Yusuf 'un yolu köle pazarına kadar düşmüş.Yusuf yüzüne aşık olan sahibinin aşkına karşılık vermemiş  ve "öldüğümde ilk çürüyecek olan yüzümdür" demiş.Sahibesi aşkına karşılık bulamayınca ona iftira edip hapse atılmasına sebep olmuş.Yusuf' un hikayesi daha devam ediyor ama ölüpte yüzü çürüdüğünde topraktan bir çiçek çıkmış ve bu çiçeğe Hüsnü Yusuf çiçeği denmiş.Yani Yusuf'un yüzü demişler bu güzeller güzeli, mis kokulu kır karanfillerine.Ne diyelim ? Gökten 3 elma düşmüş....:)

Eskiye özlemin azalacağı, her yerin Hüsnü Yusuf çiçekleriyle dolacağı günler dileyelim .

Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER
 caferengigul.blogspot.com

28 Ocak 2016 Perşembe

ORMAN KEBABI


Etle aram pek yoktur, ayda 1 kere  yesem yeter , aramam yani öyle kolay kolay.Ama demir ( ferritin) eksikliği nedeniyle tüm doktorlarım "et ye , et ye, et ye..." diye baskı kurdu üzerimde.Önce haftada 2 kez 160'şar gr dedi doktorum.Aman hocam nettiniz siz dedimse de olmadı tabi:)Eşimde pek bi sever eti :( Ama iş orada kalmadı bir diğer doktorcum "her gün 60 gr" demez mi....İmdat deyip kaçasınm geldi yanlarından.Üstelik tüm bunlar vejetaryan olmayı düşünürken oldu:))) 

Orman kebabını severim.Ama Bodrum Sakallı lokantasında yapılmış olacak.Ne yapıyorlarsa çok güzel yapıyorlar.Arada ( 5 yılda bir ) bende evde yaparım.Sanırım artık cafe Rengigül mutfağında birazcık daha fazla et yemeği pişecek.Hadi bakalım tarife geçelim mi?


Malzemeler
- 1/2 kg kuşbaşı dana eti 
- 2 adet soğan
- 1 adet havuç
- 1 adet büyük patates
- 1 su bardağı bezelye
- 1 su bardağı ılık su
- tuz
- karabiber
-  kekik
- 2 yemek kaşığı zeytinyağı


Yapılışı
  1. Tercihen bakır ya da döküm bir tencereye kuşbaşı etleri koyun ve kapağını kapatıp en küçük ocağın en kısık ateşinde etler suyunu salıp , tekrar susuz kalana kadar pişirin.Bu işlem yaklaşık olarak 1 saati buluyor.
  2. Süre sonunda yemeklik olarak doğradığınız soğanları ve zeytinyağını ekleyip kavurun.
  3. Soğanlar karamelize olunca minik minik doğradığınız havucu, etlerin büyüklüğünde doğramış olduğunuz patatesleri ve bezelyeyi ekleyin 5-10 dk daha kavurmaya devam edin.
  4. Baharatları ve 1 su bardağı ılık suyu ekleyin ve kapağını kapatın.En küçük ocağın en kısık ateşinde 45 dk daha pişirin. Yemeğiniz hazır.Afiyet olsun.


Yanına pirinç pilavı çok yakışıyor.Ama ben bu sefer bulgur pilavını tercih ettim.Soğanı kavurdum. Siyez bulgurumu ve önceden haşlanmış olan yeşil mercimeği  ekleyip 5dk kadar kavurdum.Suyunu ekleyip pişmeye bıraktım.Sonuç :


Siyez bulguru 10000 yıllık bir geçmişe sahip olması nedeniyle buğdayın atası sayılıyor.Ayrıca o günlerden bugünlere gelirken genetiği değişmeden kalabilmiş olması en büyük avantajlarından biri.Üstelik menşei Anodolu olan bu bulgurun faydaları saymakla bitmeyecek cinsten.Ben 10 yıla yakın süreden beri kullanıyorum.Mutlaka tadın.Çünkü marketlerden almış olduğunuz bulgurla uzaktan yakından alakası yok.Artık birçok yerde satışı yapılıyor.Ama ben yıllardır Toprak Ana sitesinden yapıyorum alışverişlerimi.Bir bakın lütfen bu siteye kuruluş amaçları , işleyiş prensipleri, ürünleri, üreticileri günümüz koşulları için sayıları katlanarak artması gereken türden.
Yazar H.GÜLHAN ÖZ ÖZER 
caferengigul.blogspot.com

29 Mayıs 2015 Cuma

GİRİT KABAĞI DOLMASI


Kabak dolmasını bilmeyen yoktur.Ama bu yuvarlak, minik top gibi sevimli mi sevimli Girit kabaklarını belki hala bilmeyenler vardır.Bu kabağın etli dolması pek güzel oluyor.Hele bir de yanına sarımsaklı yoğurt hazırlarsanız ...


Evet efendim kabakların işlem görmemiş hali yukarıdaki fotoğrafta mevcut.Çok şirinler değil mi?

Malzemeler
- 10 adet girit kabağı
- 200 gr yağsız kıyma
- 10 yemek kaşığı pirinç
- 1 adet soğan
- 3 diş taze sarımsak
- 1 yemek kaşığı salça ( mevsiminde domates de kullanabilirsiniz )
- 1 tatlı kaşığı toz kırmızı biber
- 1/2 demet maydanoz
- 1/2 demet dereotu
- 2 dal taze nane
- karabiber, tuz 
- çay kaşığının ucuyla kimyon
- 1 çay kaşığıacı pul biber (isteğe bağlı)  
- 4 yemek kaşığı zeytinyağı 


Yapılışı

  1. Kabakların içini kaşık yardımıyla oyun.Kabakların dışında çizgiler oluşturacak şekilde sıyırın.Bunu yapmayabilirsiniz tercih sizin.Ben görüntüsünü böyle daha çok beğeniyorum.
  2. Tüm iç malzemeyi derince bir kasenin içinde çiğden karıştırın.
  3. Kabakların içine iç harcını koyun ve kapağını kapatın.
  4. Tüm kabakları bu şekilde hazırladıktan sonra üzerlerine az zeytinyağı gezdirin.Kabakların 2/3 'ünü geçmeyecek kadar su ilave edin.Dilerseniz bu aşamada 1 adet rendelenmiş domatesi de tencereye ekleyebilirsiniz .Domates eklerseniz suyu o oranda azaltmalısınız.
  5. Kısık ateşte kabaklar yumuşayana kadar pişirin.Ilık servis edin.Yanına bol sarımsaklı yoğurt hazırlamayı ihmal etmeyin.Afiyet olsun.
NOT: Kabakları oyduğunuzda içinden çıkan kısmı isterseniz mücver olarak hazırlayabilirsiniz.Eğer kızartma sevmem ya da formuma dikkat ediyorum diyorsanız mücver gibi hazırlayın ve bir fırın tepsisine yayarak 180 derecede kızarana kadar pişirin.Pek güzel oluyor.Aman ziyan etmeyin.

Yazar caferengigul.blogspot.com